04 Oca 2015
  1. Barış FM’in eski sahibi, Adanaxhaber.com’un yayın yönetmeni Mahmut Eraslan, Furkan Vakfı’nın kurucusu ve hocası Alparslan KUYTUL Hocaefendi hakkında, Mazlumder Adana Şubesi Başkanı Orhan Göktaş’ın ağır hakaret ve iftira dolu yazısını kendi sitesinde yayınlamış ve yapılan bu hakaretlere ortak olmuştur. Mahmut Eraslan yazılanları kendisinin de doğru bulmadığını ifade etmiş ama Eleştirilere karşı geniş bir tahammül içerisinde olmalı ve engin bir hoşgörü içerisinde kabul edilmeli, insanların fikir ve düşüncelerinden korkmamalı, faydalanmalı demişti. Buna rağmen kendisinin bu ağır iftira ve hakaret içeren yazıyı yayınlamasını tenkid eden ve hiçbir saygısızlık ifadesi içermeyen, âdaba uygun cevabımızı sitesinde yayınlamamıştır. 2. Yine Mahmut Eraslan, gerek Orhan Göktaş gerekse kendisiyle ilgili sitedeki konu ile ilgili yazılarına dönük olumsuz yorumlarımızı da yayınlamamaktadır.  Başkalarına hoşgörü dersi vermeye kalkışan Mahmut Eraslan’ın kendisi ile ilgili tenkitlere karşı ne kadar tahammüllü ve hoşgörülü olduğu ortaya çıkmıştır. Bu saygısız ve iftira dolu yazıyı yayınlamakla Müslümanlar arasında fitne ve buğza sebep olduğu için, kendisi ile ilgili tenkidi ve olumsuz yorumları yayınlamadığı için kendisini kınıyoruz.  Gururundan, hoşgörüsüzlüğünden ve çelişkilerinin ortaya çıkmasından çekindiği için yayınlamadığı tenkid yazımızı biz yayınlıyoruz. İşte Mahmut Eraslan’ın yayınlamadığı tenkidimiz; Muhterem Alparslan KUYTUL Hocaefendi hakkında yapılan hakaret ve atılan iftiralara gerekli tepkiyi göstermeyip Müslümanlar arasında buğza sebep olacak yazıyı kendi sitesinde yayınlayan Mahmut Eraslan’a reddiyemizdir. Yazınızda:  “Kurumlar veya şahıslar hakkında yüzüne söylenmesi gereken şeyler arkasından söylenmesin.” diyorsunuz.  O halde arkamızdan konuşmak ve yazmak olan hatta iftira ve hakaretle dolu olan o yazıyı sitenizde neden yayınladınız?  ” …tabelamızı indirmeye, öfkemizi yutmaya, görmezden duymazdan gelmeye ne dersiniz? “ diyorsunuz, o halde neden birtakım sebeplerle yaptığınız faaliyete kurumsal olarak katılmadığımızı görmezden gelmediniz, ağır hakaret ve iftiralarla dolu o yazıyı yayınladınız? Birileri size, “kendisine hocaefendi dedirten, kibir abidesi, grupçuluk hastalığı, lider olma hastalığı, az olsun benim olsun hastalığı, kibir ve ucup, tek derdi çevresindekileri tutma, insanları kandırma, kendisini ulaşılamaz zannedip o havalara girme, mistik bir role bürünme, şeyhlerin, ağaların yaptığı gibi kendini insanlardan üstün görüp onları ayağına kaldırma, önünde elpençe divan durdurma, kitlenin arkasına sığınma…” gibi ifadeler kullansaydı öfkenizi yutup görmezden ve duymazdan gelir miydiniz?  “Lakin en büyük sorunumuz bir araya gelme değil, birlikteliği doğru bir şekilde ve uzun süreli sürdürememektir.” diyorsunuz. O halde suni olarak bir araya gelmekle bir şey olmayacağını ve uzun süre devam etmeyeceğini siz de kabul ediyorsunuz. Uzun süre devam etmemektedir. Çünkü birbirini yakından tanımayan, özel görüşmeler yapmamış insanlar platform adı altında gergin ortamlarda ve kuralsız bir şekilde görüşmekte, her seferinde farklı kimseler bir araya gelmekte, sonunda tartışıp dağılmaktadırlar. İftira ve hakaret üslubuna sahip kimselerle birliktelik uzun sürebilir mi?  “Gördüğüm, duyduğum ve bildiğim kadarıyla ortak yaptığımız işlerde ihlallerimizi sorunları dile getirmekten ve konuşmaktan artık hepimiz yorulduk.” diyorsunuz. Demek ki ortak işlerde ihlallerin yapılmasından siz de şikayetçisiniz. O halde neden ortak iş yapmaktan kaçınılmasını hoş karşılamıyorsunuz?  “…gelin yapacaklarımızı şahıslar üzerinden değil ilkeler ve işler üzerinden konuşalım,  öyle şekillendirelim.” diyorsunuz. Yaptığınız programın ilkeleri belli miydi? Hangi ilkeye göre toplantı yaptınız? Aşağıda ilkeleri sıralamışsınız; ama siz hangi ilkelere uydunuz?  “Hiçbir kurum bir diğerine mezhep, siyasi tercih, tabela, flama ve lider dayatması yapmasın.” diyorsunuz. Sonra da bir programa başka bir programı olduğu için katılmayan Hocaefendi’ye ağır hakaretler eden, ‘dayatma yapan’ yazıyı yayınlıyorsunuz. Çelişki içerisindesiniz.  “Her kurumun yaptığı çalışmaya ve tercihlerine saygı duyalım, tartışma konusu yapmayalım.” diyorsunuz. Biz tercihimizi yaptığımız halde, neden tercihimize saygı duymayanlara bir şey demediniz, yazısını yayınladınız.  “Yapılacak etkinliklerde her kurum temsilci ile değil kitlesinin bir kısmı ile iştirak etsin.” diyorsunuz. Birçok arkadaşımız ve kardeşimiz etkinliğe katıldığı halde ‘neden kurumsal olarak katılmadınız?’ diyerek Hocaefendi’ye hakaret eden, iftira atan yazıyı yayınladınız.  “Kurum temsilcileri katılmadığı etkinlikleri eleştirmesin.” diyorsunuz. Biz etkinliğimize katılmayan hiçbir kurumu eleştirmedik; ama siz -birçok kardeşimiz programa katıldığı halde- Hocamız katılmadığı için ona eleştirinin ötesinde hakaretlere rıza gösterdiniz.  “Ortak yapılacak etkinliklere her kurumun dâhil olması için çaba gösterelim ama olmak istemeyenlere dayatma yapmayalım.”diyorsunuz, ilkeleri sıralıyorsunuz; ancak siz bu ilkelere riayet etmeyip dayatma yapan, hakaret ve iftira dolu yazıyı yayınlıyorsunuz.  “Geçmişi bırakalım ve geleceğe bakalım olmaz mı?” diyorsunuz. Geçmişimizde bir problem olmadığı halde iftira ve hakaret dolu yazıyla problem çıkartıyorsunuz ve geleceği düşünmüyorsunuz.  “Geçen ay ‘İran mı, IŞİD mi?’ başlıklı bir yazı kaleme almış ve yayınlamıştım, buraya gelen yorumlardan bir tanesi yazarımız Orhan Göktaş’a aitti ve şöyle diyordu ‘yanlış bilgi veriyorsun ve sana bu yazıyı yakıştıramıyorum.’ İstesem yazılarına son verebilirdim veya cevapta yazabilirdim ama bunun hiç birini yapmadım.(insanların fikir ve düşüncelerinden korkmuyor faydalanmaya bakıyorum).” diyorsunuz. Size söylenen ile, Hocaefendi’ye söylenenler aynı sözler midir? Size söylenenler bir yorum ve eleştiri iken, Hocaefendi’ye söylenenler hakaret ve iftira dolu sözlerdir. Hocaefendi’ye söylenen şu sözler (kendisine hocaefendi dedirten, kibir abidesi, grupçuluk hastalığı, lider olma hastalığı, az olsun benim olsun hastalığı, kibir ve ucup, tek derdi çevresindekileri tutma, insanları kandırma, kendisini ulaşılamaz zannedip o havalara girme, mistik bir role bürünme, şeyhlerin, ağaların yaptığı gibi kendini insanlardan üstün görüp, onları ayağına kaldırma, önünde elpençe divan durdurma, kitlenin arkasına sığınma…) size söylenseydi, aynı tavrı gösterebilir miydiniz? Gösteremezdiniz; çünkü yazınıza yapılan eleştirilerin ve yorumların birçoğunun hakaret içerikli olduğunu, bundan dolayı yayınlamadığınızı bizzat siz söylediniz.  “Ve “Öncü nesil mi, ölü nesil mi?” başlıklı yazısından sonra birkaç defa kendisini aradım ve yazıda cemaatin itiraz ettiği bölüme bende şerh düştüm, doğru bulmadığımı ifade ettim, kendisi de yeni bir yazı ile helallik diledi.” diyerek yazıyı doğru bulmadığınızı söylüyorsunuz. Demek ki yazılan yazıyı siz de hakaret olarak görüyorsunuz. O halde neden o yazının doğru olmadığını ifade eden birkaç cümle yazmadınız veya hakaret ve iftira dolu yazıyı siteden çıkarmadınız?  “Ama gelen mesajlardan görüyorum ki bazı kardeşlerim eleştirdiği yere kendileri düşmeye başladı ve daha yüksek dozda eleştiri ve hakarete dönüştürdü bunları onaylamıyoruz.” diyorsunuz. Orhan Göktaş’ın Alparslan KUYTUL Hocaefendi hakkındaki (kendisine hocaefendi dedirten, kibir abidesi, grupçuluk hastalığı, lider olma hastalığı, az olsun benim olsun hastalığı, kibir ve ucup, tek derdi çevresindekileri tutma, insanları kandırma, kendisini ulaşılamaz zannedip o havalara girme, mistik bir role bürünme, şeyhlerin, ağaların yaptığı gibi kendini insanlardan üstün görüp, onları ayağına kaldırma, önünde elpençe divan durdurma, kitlenin arkasına sığınma…)  sözleri yüksek dozda ve hakaret dolu değil miydi? Bunları neden onaylayıp yayınladınız?  “Sayın Alparslan Kuytul, cumhurbaşkanından başbakana, babası yaşındaki hocalara kadar birçok âlimlere eleştiri yapıyor bunların her biri sevenleri tarafından takdir ve tekbirle karşılanıyor lakin kendisi ile ilgili herhangi bir yorum veya eleştiri suç oluyor, bu bakış açısını gözden geçirmek gerekiyor.” diyorsunuz. Hocaefendinin ilmî eleştirileriyle Orhan Göktaş’ın hakaret ve iftira dolu sözlerini birbirine karıştırıyorsunuz. Hocaefendi; Cumhurbaşkanın, Başbakanın, babası yaşındaki hocaların ve alimlerin şahsına yönelik hakaret iftira ve aşağılama dolu sözleri asla sarf etmemiş; dinî ve siyasî meselelere dönük ilmî tenkidler yapmıştır. Hocaefendi’nin Cumhurbaşkanı’na yönelik değil, Cumhurbaşkanı’nın eşinin başörtüsüyle ilgili açıklamasına dönük bir eleştirisi olmuştur. (link ) Hocaefendi’nin; Hükümetin ABD’nin Irak’a girmesini desteklemesinden, ABD’nin orada yaptığı zulme o dönemde sessiz kalmasından ve Türkiye’nin Suriye’deki yanlış politikalarından dolayı o dönemde başbakana yönelik siyasî ve ilmî tenkidleri olmuş, Hocaefendi ‘Başbakan’ın niyetinin iyi olduğuna inanıyorum; ama siyasi bir hata yapmaktadır.’ demiş ve hiçbir zaman hakarette bulunmamıştır. Samimi bir Müslüman hakkında yazıdakine benzer şekilde bir üslup ve iftira gördüyseniz söyleyin. (link )AyrıcaHocamızın bu konudaki eleştirilerinin doğruluğu bugün daha iyi anlaşılmaktadır. ‘Babası yaşındaki hoca’dan kastınız F.Gülen Hoca ise hocamızı takdir etmeniz lazım; çünkü kendisi gerek Dinlerarası Diyalog gerek (link ) Mavi Marmara saldırısı (link ) ve gerekse Türkçe olimpiyatları (link ) ile ilgili eleştirilerini sadece son 17- 25 Aralık olaylarından sonra değil, yıllar öncesinde de yapmıştı. Kaldı ki bizim F.Gülen hocaya tenkidimiz ilmî ve delillerle destekli tenkidlerdir. Kendisinin şahsına dönük hakaret ve iftira dolu aşağılamalar değildir ve Alparslan Kuytul Hocaefendi bu türden aşağılamaları, lakap takıp karikatür yapmalarını doğru bulmadığını söylemiştir. Hocaefendinin tenkitleri; ya hareket metoduyla ilgili olmuştur ya haramların helalleştirildiği durumlarda olmuştur ya da İslam coğrafyasında Müslümanlara yapılan zulümlere sessiz kalındığında olmuştur ve bu eleştiriler ilmî eleştirilerdir; şahıslara ve onları aşağılamaya ya da onlara hakaret etmeye yönelik eleştiriler değildir. Ancak Hocaefendi’yi seven bazı kardeşlerimiz, eleştiride dozu kaçırmışsa bu onların kendi düşünceleridir. Onların bu eleştirilerinden biz mesul değiliz. Bu eleştiriler cemaatin tavrı değildir.  “…bu bakış açısını gözden geçirmek gerekiyor.” diyorsunuz. Gözden geçirelim; Hocaefendi hareket metodu noktasında ilmî tenkidler yapmıştır; Orhan Göktaş ise, ‘kendisine hocaefendi dedirten, kibir abidesi, grupçuluk hastalığı, lider olma hastalığı, az olsun benim olsun hastalığı, kibir ve ucup, tek derdi çevresindekileri tutma, insanları kandırma, kendisini ulaşılamaz zannedip o havalara girme, mistik bir role bürünme, şeyhlerin, ağaların yaptığı gibi kendini insanlardan üstün görüp, onları ayağına kaldırma, önünde elpençe divan durdurma, kitlenin arkasına sığınma…’ gibi ifadelerle hakaret etmiştir. Orhan Göktaş’ın hakaret dolu yazısıyla Hoacefendi’nin ilmî tenkidleri aynı mıdır? “Benim kişisel olarak düşüncem bir lider, evet tüm siyasileri, değişik cemaatlerin, liderlerini ve hocalarını eleştirebilir ve çözüm önerilerini sunabilir ve kendisi de yapılan eleştirilere karşı geniş bir tahammül içerisinde olmalı kendilerine yapılan eleştiri ve önerileri engin bir hoşgörü içerisinde kabul ederek gözden geçirebilmelidir.” diyorsunuz. Yapılan iftira ve saygısızlığı normal bir eleştiri olarak mı görüyorsunuz? Öyleyse o zaman neden o yazıya şerh düşüp doğru bulmadığınızı ifade ettiniz? Çelişkiler içerisindesiniz.  “Biz bir araya gelebilir, birlikte olur, birlikte iş yapabilirsek birbirimizi sever, acılarımızı, sevinçlerimizi paylaşabilir, dayanışma içerisinde olabilirsek ümmet oluruz…” diyorsunuz. Hocaefendi’ye yapılan ağır hakaret ve iftiralarla mı bir araya geleceğiz, ümmet olacağız? Bu aşağılayıcı üslubu kullananlar ve bu üsluba rıza gösterenler ümmet olmaktan bahsedemezler.  “Ayrıca bilinmesini isterim ki benim ne bir hocalık iddiam var, ne de birilerinin üzerinde liderlik planlarım var.(velev ki olsun ayıp mı günah mı suç mu?)” diyorsunuz. İslam’a göre liderlik istenilmez, verilir. İslam’a göre liderlik istemek tabi ki ayıp bir şeydir. Hocamıza yapılan bu kadar hakaret ve iftiraları bile ahlak ve âdap çerçevesinde tenkid ediyoruz. Herkes yanında olandan harcar. Mahmut Eraslan'ın bahsi geçen yazısı aşağıdadır: STK’LARA AÇIK ÇAĞRI Adana ‘da İslami sorumluluklarını bilen ve bu bilinç ile hareket etmeye çalışan insanların sayısı az değil iyi bir potansiyele sahibiz şehir olarak… Sayısı binleri aşan derneklerin içerisinde en tutarlı ve doğru iş yapan dernekler, büyük bir bölümü İslami alanda faaliyet gösteren yardımlaşma ve kültür derneklerimizdir geri kalanların küçük bir azınlığı dışında kalanlar tabela derneğidir. İslami hassasiyeti olan insanlar olarak birçok kez bir araya geldik ve birçok güzel çalışmaya birlikte imza attık,  her bir derneğimizin kendi bünyesinde takdire şayan çalışmaları devam etmektedir. Lakin en büyük sorunumuz bir araya gelme değil birlikteliği doğru bir şeklide ve uzun süreli sürdürememektir. Dönüp kendimize bir soralım artık, cemaatler, dernekler, vakıflar, İslami hareketler, partiler… Başkanlar, hocalar, vaizler olarak her birimiz, Müslümanların birlikteliği vahdeti için ne yaptık? Ne yapmayı düşünüyoruz? İslam yolunda kanımız, canımız, malımız, itibarımız ve sevdiğimiz bütün şeyleri vermeye hazır olduğumuzu söyleyen bizlerin Müslümanların birliği için; tabelamızı indirmeye, öfkemizi yutmaya, görmezden duymazdan gelmeye ne dersiniz? Gördüğüm, duyduğum ve bildiğim kadarıyla ortak yaptığımız işlerde ihlallerimizi sorunları dile getirmekten ve konuşmaktan artık hepimiz yorulduk. Artık aynı şeyleri tekrar etmek çok konuşup az iş yapmak yerine azda olsa sürekli ama birlikte yapabileceğimiz işleri konuşmalıyız. Bu çerçevede birlikte çalışmak isteyen tüm STK’larımıza açık çağrı yapıyorum, gelin yapacaklarımızı şahıslar üzerinden değil ilkeler ve işler üzerinden konuşalım,  öyle şekillendirelim. İlk adım olarak büyük küçük demeden mezhep ayrımı yapmadan sayılara takılmadan hoca, lider, kanaat önderi kim varsa bir araya gelinsin ve ilkeler belirlensin. İşlerimiz dönüşümlü başkanlık sistemi ve istişare ile olsun. Ayrılıklara değil birleştirici yönlerimize vurgu yapalım. Hiçbir kurum bir diğerine mezhep, siyasi tercih, tabela, flama ve lider dayatması yapmasın. Kurumlar veya şahıslar hakkında yüzüne söylenmesi gereken şeyler arkasından söylenmesin. Her kurumun yaptığı çalışmaya ve tercihlerine saygı duyalım, tartışma konusu yapmayalım. Yapılacak etkinliklerde her kurum temsilci ile değil kitlesinin bir kısmı ile iştirak etsin. Kurum temsilcileri katılmadığı etkinlikleri eleştirmesin. Yılda iki etkinlik yapalım ama hepimiz katılalım ve katkı verelim. Ortak yapılacak etkinliklere her kurumun dâhil olması için çaba gösterelim ama olmak istemeyenlere dayatmaya yapmayalım. Alınan kararların altına herkes uyacaksa imzasını atsın yoksa hiç kimse yapmayacağı veya yapamayacağı şeyler konusunda taahhütte bulunmasın. Geçmişi bırakalım ve geleceğe bakalım olmaz mı?