04 Oca 2015
SABIR Bir farzı yapmak veya bir günahtan kaçınmak sabırsız ele geçmez. Çünkü Peygamber aleyhisselâma (imân) nedir? diye suâl edildiğinde (sabırdır.) buyurdu. Sabrın büyüklüğü ve fazileti sebebiyle Kur'ân-ı kerîmde yetmişten fazla yerde sabır bildiriliyor. Sabredenlerin sevaplarının hesapsız verileceği bildiriliyor. Allahü teâlâ buyuruyor ki: (Sabredenlerin ahiretteki ecirleri, sevapları sayısızdır.) (Elbette sabredenlerle beraberim.) Sabrın fazileti, üstünlüğü o kadar büyüktür ki, Allahü teâlâ sabrı çok aziz eyledi. Herkese sabır nimetini vermedi. Dostları ile çok az insanlara verdi. Nitekim hadîs-i şeriflerde buyuruldu ki: (Size verilen en az şey, yakin ve sabırdır. Bu ikisinin kendisine verildiği kimse, çok nafile namaz kılmasa da, oruç tutmasa da korkmasın. Bugünkü halinizle, bir kimsenin, bütün insanların iyi amellerini yapmasından daha çok severim. Sabreden tam sevap alır.) (Sabır, Cennet hazinelerinden bir hazinedir.) (Eğer sabır insan olsaydı, çok kerim ve cömert olurdu.) (Allahü teâlâ, sabredenleri sever.) (Sabır, üçtür: Musibete, tâata ve günah işlememeğe sabır. Musibete sabredene, Allahü teâlâ üçyüz derece ikram eder. Her derece arası yerden göğe kadar mesafedir. Taate sabredene altıyüz derece ihsan eder. Her derece arası, yerin dibinden Arşa kadardır. Günah işlememeğe sabredene dokuzyüz derece verir. Her derece arası yerin dibinden Arşın üstüne kadardır.) (Mümine gelen dert, üzüntü, hastalık, eziyet, sıkıntı, günahlarına keffarettir.) Hazret-i Ali "radıyallahü anh" buyuruyor ki: (Sabrın imândaki yeri, başın bedendeki yeri gibidir. Başsız beden olmayacağı gibi, sabırsız da imân olmaz). Şakik-i Belhî hazretleri de (Musibete sabretmeyip feryat eden, Allahü teâlâya kafa tutmuş olur. Ağlamak, sızlamak bela ve musibeti geri çevirmez) buyurdu. Yine hadîs-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allahü teâlâ buyurdu ki: Belâ gönderdiğim kimseler sabredip insanlara şikâyet etmezse, onlara imânla ölmeyi nasip ederim.) (Allahü teâlâ buyurdu ki: Ben kullarımdan herhangi birine, bedenin de, malında veya evlâdında bir musibet verdiğim vakit, onu güzel bir sabırla karşılarsa, kıyamet günü onun için mizan ve hesap kurmaktan haya ederim.) Eshâb-ı kiramdan hazret-i Süleyman'ın annesi Rumeysa hazretleri şöyle anlatıyor: Çocuğum hasta idi. Babası Ebu Talha bir yere gitmişti. Oğlum öldü. Üzerini örttüm babası döndüğünde (hasta nasıl oldu?) diye sordu. (Bu geceden daha iyi gece geçirmedi.) dedim. Sonra yemek getirdim, yedi. Her zamankinden daha çok süslendim. Sevinçli görünüyordum. Dedim ki: - Komşumuza ariyet olarak bir şey verdim. Bir zaman sonra geri isteyince, sanki o malı temelli vermişim gibi, istemeyerek iade etti. Üstelik ağladı da!. Ebu Talha hayretle dedi ki: - Şaşılacak şey, ne akılsız insanlar bunlar. Emanete verilen şeyi geri isteyince, hiç iade etmek zor gelir mi? Hemen cevap verdim: - Senin oğlun bize, Allahü teâlânın bir hediyesi, bir emâneti idi.   Yanımızda emanet olarak duruyordu. Bugün geri isteyip aldı. Ebu Talha, güzel sabır göstererek dedi ki: - Hepimiz de Allah'a döneceğiz. Sabah olunca Ebu Talha bunu Resûlullah'a anlattı. O da buyurdu ki: (Dünkü geceniz mübarek olsun. Büyük bir gece geçirdiniz. Cennete girdiğimde Ebu Talha'nın hanımı Rumeysa'yı orada gördüm). SABRIN SONU SELAMETTİR Meşhur İslâm âlimlerinden, Ebü'l-Hasan Ahmed el-Kudûrî, önceleri katırcılık yapardı. Kalbine ilim öğrenmek arzusu düştü. Katırlarını sattı. Evinde hamile bir hanımı vardı. Bütün masraflarını görüp, ondan izin aldı. Onun rızasını da alarak ilim öğrenmek için başka bir memlekete gitti. Yirmi sene ilim tahsil edip, âlim oldu. Memleketine dönerken, yolda bir eve misafir oldu. Ev sahibi kâmil bir zâttı. Halini ona anlattı. O kâmil zât bu âlime: - İlim ve amelin aslı nedir? diye sordu. Hürmeten: - Siz buyurun efendim, deyince, o zât: - Eğer bize bir müddet hizmet edersen, ilmin aslına kavuşup, evine gidersin, buyurdu. Onun hizmetini kabul edip, yanında iki yıl kaldı. Sonra O zât şefkat edip: - Oğlum, gel sana cevabını vereyim de hanımının yanına dön! Ömrün oldukça, bize hayır dua edersin. İyi bilmiş ol ki, bütün ilim ve amellerin, her marifet ve kemalin aslı sabırdır. Bunlar sabır ile elde edilir. Tahammül de sabrın içindedir. Her işte sabırlı olursan, her pişmanlıktan kurtulursun. Dünya ve ahirette her şeyden nasip alırsın. Bu kıymetli cevher için seni bir müddet alıkoydum. Sebebi, bunun kıymetini bilip, hiç bir zaman unutmayasın, buyurdu. Ebu'l-Hasan Ahmed, sabır nasihatını, kâmil zâtın dua ve rızasını alıp memleketine döndü. Akşamdan sonra, evinin kapısına gelip, o anda hatırına; "Yirmiki yıldan beri haber alamadığım evin kapısını çalmadan, pencereden bakayım. O zamandan beri bu evde kimin kaldığını göreyim" diye geldi. Pencereden bakınca, bir de ne görsün. Bir genç oynar gibi hanımının boynuna sarılmıştı. O anda kıskançlıktan aklı başından gitti. Kendini kaybedip, pencereden ok atıp, o genci öldür meye hazırlanırken, hatırına sabır etmek geldi. "Yirmiiki yıl bekleyip, kazandığım cevheri hemen elden çıkarmayıp, kapıya gideyim. Sonra, o genci öldüreyim" dedi. Sabır edip, kapıyı çaldı. İçerdeki genç: - Kimsin? diye sorunca: - Bu evin eski sahibiyim, dedi. O anda hanımı, sesinden efendisini tanıdı. Sevinç içinde oğluna seslendi: -Haydi oğlum, baban geldi, kapıyı aç! Sen doğmadan önce gurbete giden baban geldi, dedi. Sabır eden âlim, bu kavuşmadan, o gencin oğlu olduğunu anladı. Sabrın kerameti ile, sonu çok büyük üzüntü olan pişmanlıktan kurtuldu. Sevincinin çokluğundan, ona sabır veren hakiki Sabûr'a yani Allahü teâlâya çok hamdü sena etti. Hayatı boyunca sabır ile saadet buldu.