24 Ara 2015
Güncelleme Tarihi: 08 Şub 2021 11:26:55

Süleyman Hilmi Tunahan Kimdir?

Süleyman Hilmi Tunahan 1888 yılında Silistre’nin Hezargrad (bugün Bulgaristan) kasabasının Ferhatlar köyünde dünyaya gelmiştir. Babası tahsilini İstanbul’da tamamlamış, Satırlı Medresesi’nde yıllarca hocalık yapmış, Hocazade Osman Efendi‘dir. Annesi Hatice Hanım, kardeşleri de Fehim, İbrahim ve Halil’dir. Ailesi hocazadeler ailesi olarak da bilinmektedir.

Babası gençlik yıllarında İstabul’da tahsildeyken bir rüya görür. Rüyasında vücudundan kopan bir parça gökyüzüne yükselmiş, oradan dünyaya ışık saçmaktadır. Osman Efendi bu rüyayı kendi soyundan dünyaya gelecek hayırlı bir evlat manasına yorar ve Silistre’ye döndüğünde evlenir.

Dünyaya gelecek olan çocuklarından hangisini rüyada gördüğünü ve ışık saçacak evlada uygun düştüğünü anlamaya çalışır. Süleyman Hilmi Tunahan dünyaya gelip yetişmeye başlayınca, babası tespit ettiği alametleri onda görür ve bütün ümidini ona bağlar. 

Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri henüz eğitimin ilk yılları olan Silistre‘deki Satırlı Medresesi’nde okurken babasının yanına her geldiğinde onun kendisine hürmet göstererek ayağa kalktığına ve “Buyrun Süleyman Efendi Oğlum” şeklinde kendisine kıymet verdiğine şahit olur. Yaşanan olaydan duyduğu mahcubiyet sebebiyle babasının yanına gelirken bilhassa onun başka şeylerle meşgul olduğu zamanları seçmeye başlamıştır.

Dedeleri Kaymak Hafız diye tanınan Mahmut Efendi’dir. Büyük dedeleri Seyyid İdris Bey’dir. İdris Bey Fatih Sultan Mehmed Han tarafından Tuna Hanı (Tuna Bölgesine İdareci) görevine getirilmiştir.

Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerinin şeceresi peygamber efendimizin (sav) pak nesline dayanmaktadır.

Babaları tarafından Hz. Hüseyin’nin soyundan geldiğinden dolayı Seyyid, anneleri tarafından Hz. Hasan’nın soyundan geldiğinden dolayı da Şeriftirler.

Süleyman Hilmi Tunahan

Eğitim Hayatı

Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri ilk tahsilini Satırlı Medresesi’nde müderris olarak vazife yapan babası Osman Efendi’nin yanında yaptı. Daha sonra pederi tarafından yüksek tahsil için İstanbul’a gönderildi, Osman Efendi oğlunu İstanbul’a gönderirken şu tavsiyelerde bulundu:

-“Oğlum, Usul-u Fıkıh ilmine iyi çalışırsan, dinde kuvvetli olursun. Mantık ilmine iyi çalışırsan, ilminde kuvvetli olursun.”

Süleyman Efendi İstanbul Fatih Medreseleri’ne geldiğinde medresede yer kalmamıştı.  Bu sebebten dolayı ilme aşık olan bazı talebeler bodrumda yatıp kalkıyorlardı. Kendisi de bir müddet orada kaldı. İmkanı olmadığı için çok zor şartlarda ders çalıştı.          

Kendisi Fatih Camii’nde ders vermekte olan Bafralı Ahmed Hamdi Efendi’nin “Rahle-i Tedrisinde” derslere başladı ve 1913 yılında kendisinden icazet aldı. Çalışkanlığı ve takvası ile dikkat çeken Süleyman Efendi için bilhassa Bafralı Ahmed Hamdi Efendi “zeki çocuk, yetişirse iyi bir alim olacak” diye bahsederek sürekli onu örnek gösterirdi.

1913  yılında Darü’l-Hilafeti’l-Aliyye medreseleri kısmı ali’sine girdi ve 1916 da mezun oldu. Artık o zamanın en yüksek medresesinden mezun bir din alimi idi. 30 Eylül 1916 da ihtisas yapmak ve dersiam olarak yetişmek üzere Süleymaniye medresesine bağlı “Medresetü’l mutehassisine” kayıt oldu. Bu medresenin ilk iki yılını tam bir başariyla tamamlayarak Eylül 1918 de kendisine yirmi kişiyle birlikte İstanbul müderrisliği ruusluğu verildi. Ayrıca Süleymaniye medresesine girmeden önce Medresetü’l Kuzat’ın, yani Hukuk Fakültesinin giriş imtihanını birincilikle kazanmıştı. Böylece aynı zamanda kadılık, yani hakimlik rütbesine ulaştı. Böylelikle zamanın akli ve nakli ilimlerinde en yüksek dereceye ulaştı. 3 Mart 1924 tarihinde Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkınca medreseler önce Milli Eğitim Bakanlığına bağlandı ve tamamen kapatıldı. Artık dinin klasik medrese usulüne uygun olarak okutulması yasaklanmıştı.

Süleyman Hilmi Tunahan ’ın Mücadelesi

Üstad bu durum karşısında büyük bir azim ve gayretle aynı eğitim sistemini devam ettirmek istemiş ve bu konuda çareler aramaya başlamıştı. O dönemde talebe yetiştirmekten bir çok dersiam çekinmiş ve korkmuşsa da Süleyman Hilmi Tunahan cesur bir davranış sergileyerek kendi evinde iki kızını bizzat okutarak talebe yetiştirmeye, Allah’ın kendisine verdiği vazifeye her koşulda bağlı kalacağını kanıtlayarak mesuliyetini yerine getirmeye başlamıştı. Bununla beraber birçok camiide insanlara vaaz vererek irşad vazifesine devam etti.

Birçok sıkıntı ve engellere rağmen hizmete ara vermeyip talebe yetiştirmek için çaba sarf etmiştir. 1930 ile 1936 yılları arasında Çatalca’nın Kabakça Köyü’nde bir ev kiralayıp bulabildiği kimselere dersler vermeye başladı. Bir yandan orada bulunanları işçi olarak gösterip ders verirken diğer yandan amele pazarına gidip orada vasıflı gördüklerine para (ödemek) karşılığı Allah’ın kitabını öğretmeye çalışıyordu. Bulduğu kimselere para, maaş veya yevmiyelerini vererek okutuyordu.

Sık sık yer değiştirme

 Polislerin baskısından bir nebze olsun kurtulabilmek isteyen Süleyman Efendi hergün bir başka mekanda ders öğretir ancak namaz sonrası cami cemaatine tebliğde bulunmayı da ihmal etmez, onlara da nasihatlerde bulunurdu. Bir gün müezzin odasında ders verirken, ertesi gün talebeleri ile Erenköy’de yaşayan bir talebesinin evinde yahut da bir apartmanın bodrum katında buluşurdu.

Çiftlikler kiralama

 1930-36 yılları arasına gelindiğinde ders okutmanın yolunu arar ve Çatalca’da Halit Paşa’nın Kabakça Çitliğini kiralar. Sirkeci’ye iş bulmak için gelen Anadolu gençleri ile bir lira karşılığında anlaşarak çiftlikte onlara gizli gizli ders okuturdu. Çiftlikte çalışan genç işçilerin sayısının polisin dikkatini çekmesi üzerine bir müddet takip edilir. Süleyman Efendi polisin takibinden kurtulabilmek için talebelerini de yanına alarak 20 km uzakta olan Kuşkay dağına gider ve derslere orada devam eder. Ancak tüm bunlara rağmen bir gün Kur’an öğretirken polislere yakalanır. Karakola götürüldüğünde yüzbaşı ile arasında şu diyalog yaşanır:
- Ben hocalığı bir tarafa bırakayım. Sen de komutanlığı bir tarafa bırak. Seninle bir konuşalım!
- Buyur hocam!

- Hayır, hocam demeyeceksin. Şimdi sen komutanlığı bir tarafa bırak, ben de hocalığı bir tarafa bıraktım. Birer vatandaş olarak konuşuyoruz!


- Peki buyurun!

- İyi ki Allah seni bir tazı olarak yaratmamış. Eğer öyle olsaydı, şu ormanlarda yakalamadık tavşan bırakmazdın. Şu dağların tepesinde Allah’ın kitabını okutuyor diye geldin beni karakola götürüyorsun değil mi?
Bunun ardından komutan başını yere eğer ve susar.

Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri ayrıca Lüleburgaz’da da bir pancar çiftliği kiralayarak talebe okutur. Yine benzeri gayelerle, Konya Ereğlisi kırlarında ve Toros dağlarının tepelerinde mandıracılık üzerinden birçok talebe okutur. Buralardan gelen geliri de yine talebe okutabilmek için harcar.
Karşılaştığı tüm olumsuzluklara rağmen Üstad Allah’ın dinine hizmet etmekten vazgeçmez, maddi tazyik ve tecritlerin dışında takip ve tevkiflere de maruz bırakılır. 1939 senesinde dostları ve yakınları ile üç gün İstanbul Emniyeti Birinci Şubede alıkonulur. Fakat Birinci Ağır Ceza Mahkemesi tutuksuz yargılamaya karar verir. Aylarca devam eden mahkemenin ardından da beraat kararı çıkar. Tüm bu süreçte kendisi mahkeme ile uğraşmaktansa daha çok vaktini yine çocuklarını ve talebelerini okutmaya ayırır.

Çile Dönemine Dönüşen 1936-1939 Yılları


Hem damadı hem talebesi olan Kemal Kaçar Süleyman Efendi için çile dönemine dönüşen 1936-1939 yıllarını şöyle anlatır:

Evine defalarca baskın yapılır ve sayısız denecek kadar polisler gelir, özel eş yakınlarına kadar evi didik didik aranır, akabinde Emniyet Müdürlüğüne götürülüp tazyik edilir,1939 yılında beraatle sonuçlanan tevkiften dört yıl sonra 1943’te başka bir engelle karşılaşır. Baskı, tezyif, tevkifle onu onurlu yolundan alıkoyamayanlar, bu kez yalancı bazı şahitler bularak onu vaizlik görevinden men ederler. Bir yıl sonra ise ikinci bir takiple yakalanır. Sulh Ceza Mahkemesi tutuklanmasına karar verir. Tabutluk olarak bilinen dar ve basık mekânlardaki işkence 8 gün sürer. Burada binlerce mumluk ampuller altında uykusuz günler geçirir. Sonuçta elde var sıfır misali Asliye Ceza Mahkemesi, onu kefaletle tahliye eder ve bilahare beraat eder.
Tüm sıkıntıların içerisinde talebe okutan Süleyman Hilmi Tunahan zorlu şartların manevi gelişimdeki önemini göstermek ve talebelerini gayrete getirmek için şu nasihatlerde bulundu:


-“Evlatlarım! Görüyorsunuz dinin en garip olduğu bir devirde geldik. Ben sizi bunca zor şartlar altında okuttum. Sizden para istemiyorum. Sizden istediğim tek şey şudur: Siz de gidip Anadolu’nun her yerine kurslar, yurtlar açın ve ümmet-i Muhammed’in evlatlarına dininizi ve kitabınızı öğretin.”
“Bizim bu alemde biricik emelimiz var: O da ümmet-i Muhammed’in evlatlarının kalp- lerine fuyuzat-ı Muhammedi’yeyi aşılamaktır... Evlatlarım, siz Allah’ın memuru, dinin memurusunuz... Vazifeniz batağa düşmüş, çamura yuvarlanmış Ümmet-i Muhammed’in evlatlarını bataklıktan kurtarmak, Fuyuzat-ı Muhammedi’yeyi aşılmaktır.

Evlatlarım, sizler bahtiyarsınız, çünkü hayyen an hayyen/ diriden diriye ilim tahsil ediyorsunuz. Bizden aldığınız ilmi başkalarına okutmaz, öğretmez, aşılamazsanız, biliniz ki huzur-u İlahi’de iki elim yakanızda olacaktır.”
Bir tarafta tüm sıkıntılara rağmen Kur'an eğitiminin aksatmayan böyle öncüler bulunurken acaba daha rahat imkanlara sahip olduğu halde bu hayırlı vazifeden uzak duran Müslümanlar mesuliyetlerini yerine getirdiklerini mi düşünüyorlar?

Kuran Eğitimi ile Geçen Taksi ve Tren Yolculukları

Süleyman Hilmi Tunahan Efendi bu uğurda canıyla, kanıyla çalışıyordu ve büyük bir örnek teşkil ediyordu. Öyle zamalar oldu ki artık talebelerle görüşecek uygun yer bulunamıyordu. Fakat buna rağmen asla geri çekilmedi. Taksi kiralayıp böylece İstanbul’u gezercesine talebe okuttu. Şartlar daha çok ağırlaşınca artık kitap dahi yanlarında taşıyamaz oldular. Ancak bu durum da Süleyman Hilmi Tunahan’ı hizmetinden alıkoymadı. Bir kaç talebesini alıp tren yolculuğu yapıyor ve onlara ezberden ders okutuyordu.

İlim Uğrunda Başına Gelenler

Birçok ağır ithamlara ve iftiralara maruz bırakılan Süleyman Efendi’ye çeşitli idari ve adli soruşturmalar yapılarak aleyhinde davalar açıldı.

1957’de bazı kişilerin Bursa Ulu Camii’nde düzenlendiği “sahte mehdilik” organizasyonu sebebiyle Süleyman Hilmi Tunahan Efendi, sevenleri ve damadı Kütahya Ağır Ceza Mahkemesi kararı ile tutuklandı. Yaklaşık iki ay Kütahya hapishanesinde kaldı, fakat aleyhinde başlatılan diğer davalar gibi bu davadan da beraat etti.

Onca sıkıntı ve zorluklara rağmen kendisi hiçbir zaman geri adım atmadı, aksine ilmiyle ve sabırla karşılık verdi. Polis memurları evini bastıklarında kendinlerine olumsuz tepki vermeyip kahve ikram etti, asaletinden ve nezaketinden taviz vermedi, böylece her defasında medeni cesareti ile örnek oldu.

Süleyman Efendi kendisine verilmiş olan görevin mesuliyetinin ve öneminin farkındaydı. Asıl meselenin ahiret olduğunun bilincindeydi. Talebelerine hizmet şuurunu yerleştirmeye çalışıp onlara: “Evlatlarım, sizin bu alemdeki vazifeniz; bataklığa düşen insanları, düştüğü bataklıktan çıkarmakdır. Öyle ise Ümmet-i Muhammed’i ayağınıza beklemeyecek, siz onların ayaklarına gideceksiniz. En ücra yerlere bile bu hizmeti sizler götüreceksiniz” buyuruyordu.

Vefatı

Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri tüm hayatını bu yola adamış, gecesini gündüzüne katarak ders okutmuştur. İnsanların söylediklerine aldırış etmeden doğru bildiği yolda istikrarlı bir şekilde gayretle devam etti. Rahatsız olmasına rağman evde durmadı. Çileli yolunun sonunda şeker hastalığı gittikçe arttı ve 16 Eylül 1959 da Hakk’ın rametine kavuştu.

Süleyman Hilmi Tunahan Cemaati

Süleymanlılar veya Süleymancılar olarak da bilinen cemaat Nakşi eğilimli bir cemaat olup ismini Süleyman Hilmi Tunahan’dan almaktadırlar. Süleymancılar cemaatinin çoğunlukla ortaokul ve lise çağlarında olan öğrencilere kendi yurtlarında eğitim vermektedirler. Şubeleri ekseriyetle Türkiye’de, Almanya’da ve ABD’de bulunmaktadır.

Süleymancıların cemaatinin kurucusu ve bununla beraber ilk lideri Üstad Süleyman Hilmi Tunahan Efendi olup, son lideri Alihan Kuriş’dir.

Alihan Kuriş 21.11.1979 tarihinde İstanbul’da doğmuştur. Aynı zamanda Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri Alihan Kuriş’in büyükbabasıdır.

Süleyman Hilmi Tunahan Sözleri

  • “İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Nurdan haberi olmayan ondan zevk almayan insan nurun düşmanı olur.”
  • Efendiler! Hocalık bir meslek bir ekmek teknesi değildir. Hocalık Allah’ın, Rasulullah’ın, Kitabullahın ve dini mübini İslamın tebliğ memurluğudur.”
  • “Dışımız halk ile içimiz Hak ile...”
  • “Dünya, ahiretin gölgesidir. Sen güneşi arkana alırsan, gölge önüne düşer. Ne kadar kovalarsan yakalayamazsın. Ama güneşi eline alırsan, o zaman gölge arkada kalır ki, arkamızdan gelecektir. Siz de dünyayı arkanıza alın.”
  • “Her yerde birlik ve beraberlik lazımdır. Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışmayı asla elden bırakmamalıdır. Çünkü Allah’ın nusreti, maddi ve manevi yardımı cemaat ile beraberdir. Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler.”