Bismillahirrahmanirrahim
Hamd, kullarını hem kitabıyla hem Peygamberi ile hem de musibetlerle eğiten, sağlamlaştıran yükselecekleri yükselten, alçaltılacakları alçaltan Allah’a; Salat-u selam, insanlığın şirkten, zalim ve batıl düzenlerin şerrinden kurtulması için gece-gündüz mücadele eden ve insanlara medeniyeti ve adaleti öğreten, imkânsızlıklar içinde tarihin en güzel medeniyetini kuran Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e; selam ise kaybettiğimiz medeniyetimizi yeniden ihya ve inşa etme gayreti içinde olan, tevhidi, adaleti, hürriyeti ve medeniyeti savunan tüm kardeşlerimin üzerine olsun.
Değerli kardeşlerim! Bu mektup 13 aydır cezaevinde olduğum halde dava kardeşlerime yazdığım ikinci, kamuoyuna yazdığım birinci mektup. Her an tahliye beklediğimiz için mektup yazmaya çok istekli olamıyordum. Bu mektubu yazmama vesile oldukları için Milli Gazete yöneticilerine teşekkür ediyorum.
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; İslam âleminin durumunu düşününce kendi derdimizi düşünmeye halimiz kalmıyor. Müslümanlar dağınık, müslümanlar perişan, müslümanlar diktatör nizamların ve onları destekleyen emperyalist güçlerin zulmü altında. 1. Dünya savaşından sonra İslam âlemini parçalayan büyük devletler Ortadoğu’nun tamamında diktatörlükler, krallıklar kurdular. Bu diktatörlüklerde ne adalet bıraktılar ne de ifade hürriyeti. Bunun sonucunda da maddi geri kalmışlık ve iç savaş başladı.
Türkiye’de ise bildiğiniz gibi AKP hükümetinin Fetullah Gülen camiası ile arası açıldıktan ve 17-25 Aralık 2013 operasyonlarıyla aralarında savaş başladığından itibaren ve özellikle 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de çok şey değişti. Değişen şeylerin başında İslami cemaatlerin faaliyet alanlarının daraltılması, konferans gibi birçok faaliyetlerin engellenmesi, cemaat düşmanlığı fikirlerinin yayılmaya çalışılması, birçok cemaate ait öğrenci evlerinin veya medreselerinin kapatılması, bazı vakıf ve derneklerin kapatılması, belediyelere, firmalara ve medya kuruluşlarına kayyum atanması, fikir ve ifade hürriyetinin önemli ölçüde yok edilmesi, muhalif seslerin birçoğuna FETÖ veya PKK propagandası yapmak iddiası ile gözaltılar yapılması, davalar açılması ve birçoğunun tutuklanması, muhaliflerin bu şekilde susturulması, birçoğunun ancak 1-1,5 yıl sonra mahkemeye çıkarılması, cezaevlerinin dolup taşması, yarım milyon insan hakkında işlem yapılması ve toplumda büyük bir korkunun meydana getirilmesi vesaire. 2-3 yıl içerisinde Türkiye çok değişti. İslam ve cemaat düşmanı derin güçler hayatlarının en güzel ve en mutlu yıllarını yaşıyorlar hatta bayram ediyorlar. 15 Temmuz darbe girişiminin İslami hizmetlere, vatana ve millete çok zarar verdiği ve bundan kimlerin istifade ettiği meydanda. Bir eylemin arkasında kimlerin olduğunu anlamak isteyenler o eylemin kimlere yaradığına bakmalıdırlar. Ancak böyle bakıldığında 15 Temmuz’un perde arkası görülebilir ve ancak o zaman tüm darbeciler tespit edilebilir. Ama bu yapılmamakta, darbecileri darbeye teşvik eden, onları tuzağa düşüren derin güçlerin üzerine gidilmemekte ve adeta tüm cemaatler potansiyel darbeci gibi gösterilmekte, faaliyetleri kısıtlanmakta ve 15 Temmuz bahanesi ile 28 Şubat’ın daha ağırı yaşatılmaktadır. Aslında bu şekilde hem cemaatlerin kökü kazınmaya çalışılmakta hem de AKP hükümetine bindiği dalı kestirilmekte ve çöküşe doğru götürülmektedir. İslam düşmanı derin güçler İslamcılardan intikam almakta, İslamcılara balans ayarı vermekte, rejimi daha da güçlendirmekte, “28 Şubat hani 1000 sene sürecekti, bakın nasıl da bitirdik” diyenleri mahcup duruma düşürmekte ve toplum mühendisliğinde ne kadar ustalaştıklarını göstermektedirler.
Bir taraftan derin devlet kendi hedeflerine ulaşmaya çalışırken diğer taraftan AKP iktidarı kendini eleştiren herkese ya FETÖ’cü ya PKK’cı demekte, bunu diyemediğinde de bu örgütlerin propagandasını yapmakla suçlamakta ve binlerce muhalifi zindanlara göndermektedir. AKP iktidarının gözünde kendini eleştirenlerin hepsi ya bir terör örgütüne üyedir ya da onların propagandasını yapan biridir ve vatan hainidir. Bu bakış ve bu üslup artık dengenin ve psikolojinin iyice bozulduğunu göstermektedir. Bu tutum eğer bir denge bozulmasından kaynaklanmıyorsa hükümeti eleştirenleri korkutmak için bilinçli bir tehdit stratejisi olarak uygulanıyor demektir. Her iki ihtimal de birbirinden tehlikelidir ve bu işin sonunun çok kötü olacağının habercisidir.
Hiçbir terör örgütüyle en küçük bir ilişkimiz olmadığı halde ve savcılığın mahkemeye sunduğu 20 bin sayfalık dosyanın içinde Emniyet Genel Müdürlüğünün, Adana, Mersin ve Sakarya emniyetlerinin bizimle ilgili “Alparslan Kuytul ve Furkan Vakfının hiçbir terör örgütüyle bağlantısı yoktur” şeklinde raporları olduğu halde bize terör örgütlerine yapılır gibi şafak baskınları ile operasyon yaptılar ve sonra da tutukladılar. Bu yetmezmiş gibi beni 312 gün tecritte tutup psikolojik işkence yaptılar. Zindanda uzun süreli tecrit; ya çıldırtmak ya sindirip teslim almak ya da çürütmek içindir. Allah’ın rahmeti gelmeden bunların birine dûçar olmak neredeyse kaçınılmazdır. Hazreti İbrahim Aleyhisselam için ateşi serinleten Rabbim benim için de zindan ateşini serinletti. Günler değil haftalar hatta aylar nasıl geçiyor, bilmiyorum. Hatta günlerin geçmesini istemiyorum, daha çok değerlendirmeye çalışıyorum. Şükürler olsun. Üstad Bediüzzaman: “Allah’ı tanıyan ve itaat eden zindanda da olsa bahtiyardır. O’nu unutan sarayda da olsa zindandadır, bedbahttır” der.
Bize yapılanların gerçek sebebinden özetle bahsedecek olursak, bütün bu yapılanların sebebi kanaatimce 3 tanedir:
1- Tevhid inancını haykırmamız ve “Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalı” dememiz ve İslam medeniyetini savunmamız,
2- Bazı konularda AKP hükümetini eleştirmemiz,
3- Derin devletten ve yaptıklarından bahsetmemiz.
AKP hükümeti daha çok kendini eleştirmemizden, derin güçler ise 3 sebepten de rahatsız oldular ve operasyon emri verdiler. Hâlbuki rahatsız oldukları Tevhid inancı sayesinde dünya devleti olmuştuk. Dün bizi güçlendiren huzurlu bir toplum meydana getiren ve örnek bir medeniyet kurduran Tevhid inancı bunu bugün de başarabilir. Tevhid inancı Allah’tan başka bir ilah yani itaat edilecek bir makam tanımamak, kullara kul olmayı reddetmek, değerleri ve kanunları Allah’tan almaktır. Yaşam şeklimizi, kanunlarımızı, insani ve ahlaki değerlerimizi Allah’tan aldığımızda güçlü ve huzurlu bir toplum ve devlet meydana gelecektir. Çünkü Allah’ın kanun ve nizamında hata olmaz.
Tevhid doğrudur. Çünkü bir şeyin sahibi kimse onun üzerinde hükmetme hakkı ona aittir. Mademki dünya ve içindekiler ve tüm insanlar Allah’a aittir o halde insanlar Allah’a itaat etmeli ve Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği gibi bir düzen kurulmalıdır. Bu, Allah’ın hakkıdır. Silah zoruyla birinin mülküne el koyan ya da meşru bir hükümete karşı darbe yapan ve seçilmişlerin yetkilerini silah zoruyla ele geçirmeye çalışanlar ğasıb değil midir? Seçilmişlerin hükmetme yetkisini zorbalıkla ele geçirenler darbecidir de Allah’ın hükmetme yetkisini ele geçirenler darbeci değil midir? Allah’ın dediği değil bizim dediğimiz olacak diyenler Allah’ın hakkını ğasp eden ğasıblar ve darbecilerdir. Kendi saltanatını kuranlar “Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalı” sözümüzden rahatsız oldular ve Tevhid tarihte nice saltanatları yıktığı için kendi saltanatlarını da yıkacağından korktular. Bunun için izinden gittikleri kimseler gibi Tevhid davasını anlatanları susturma yoluna gittiler. Hâlbuki beni sustursalar bile yazılarım ve videolarım susmaz, videolarımı sustursalar talebelerim susmaz, Tevhidi anlatan diğer Müslümanlar susmaz, onları da sustursalar Tevhid susmaz. Tevhid dünyanın en etkili sözüdür. Hem akla hem vicdana uygundur. Yeterki açıkça ve cesurca anlatılsın.
Güneşin kardan heykelleri eritmesi gibi Tevhid güneşi de tüm ideolojileri ve düzenleri eritir. Yeter ki Müslümanlar Tevhidi gündeme getirsin. Tevhid güneşinin eritemeyeceği buzdan heykel yoktur. Tevhid davası okyanus gibidir, önüne sed çekilemez. Tevhidi haykıran ve haksızlık karşısında susmayanlar Allah’ın rahmetine ilk ulaşan topluluk olurlar. Kardelen çiçeği gibi.
Tevhid doğrudur çünkü bir şeyi en iyi bilen onu yapandır. O halde insanı da en iyi tanıyan onu yaratan Allah’tır. Ayrıca Allah Azze ve Celle, ilminin ve kudretinin sonsuzluğunu yarattığı mükemmel ve sonsuz varlıklarla ve kurduğu mükemmel nizam ile her gün her yerde göstermektedir. Allah Celle Celaluhu insanlara sormaktadır “Siz mi daha iyi bilirsiniz yoksa Allah mı?” Sorunun cevabı bellidir. Söylenmek istenen “Madem en iyi bilen Allah’tır o halde insanlara değil sadece Allah’a itaat edin, sadece O’nun gönderdiği hayat nizamına göre yaşayın, aksi halde problemlerden kurtulamazsınız” demektir.
Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalı sözümün daha başka delilleri de var. Sözü uzatmamak için onlara girmeyeceğim. Biraz da adalet üzerinde durmak istiyorum. Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim “Allah adaleti emreder” buyurur. Gökler ve yer adaletle, Allah’ın tabiata koyduğu kanun ve ölçüler ile ayakta durduğu gibi devletler de adaletle ayakta durur. Bir memlekette en çok güvenilen kurum adalet kurumu olmalıdır. Adalet kurumuna güven %10’lara, % 20’lere indiyse orada adalet kalmamış demektir.
Bir memlekette hâkimler kanunlar ile talimatlar arasında ya da vicdanı ile talimatlar arasında sıkışıp kalıyorsa o memlekette adalet sağlanamayacaktır.
Bir memlekette adalet kurumu muhalifleri susturmanın aracı haline geldiyse, hükümetin sopasına dönüştüyse orada düşünen ve konuşan insan azalacak ve düşünce yavaş yavaş ölecektir. Okumayan, düşünmeyen ve konuşturulmayan bir toplum ise gerilemeye mahkûmdur. İfade hürriyetinin olmadığı ama gelişmiş bir ülke gösteremezsiniz. Diktatörlük ve geri kalmışlık birbirinden ayrılmaz iki arkadaş gibidir. Ortadoğu’da olduğu gibi.
Herkesin her konuda aynı düşüncede olmasını istemek insanların hayvan olmasını istemek demektir. Çünkü hayvanların farklı düşüncesi yoktur.
Allah’ın farklı düşünme hakkı tanıdığı insana kendi düşüncesini dayatanlar kendilerini Allah’tan daha yetkili görüyorlar demektir.
Güçsüzken zulmetmemek kişinin adaletli olduğunu göstermez. Adaletli kişi güçlüyken zulmetmeyendir.
İdareciler Mahkeme-i Kübra’da namazları ile değil adaletleri ile kurtulabilirler.
Adaletten uzaklaşanlar Kur’an’dan uzaklaşmış demektir. Çünkü Kur’an adalettir.
Devletin âli menfaatleri için adaleti feda edenler yakında adaletsizlikle aslında devleti feda ettiklerini görürler. Ayrıca adaletsizlikle elde edilen menfaatler meşru olmayan menfaatlerdir çünkü meşru olmayan yollarla elde edilmiştir.
Hakkı haykıranları susturmak isteyenler haktan korkan korkarlardır. İdareciler adaletli olurlarsa düşünce insanlarını susturmak zorunda kalmazlar. Ancak adaletli idareciler ifade hürriyetinden korkmazlar. Ancak adaletli idareciler diktatör olmaktan korunabilirler. Adaleti sağlamayan idareciler konuşanları susturabilmek için diktatörleşirler. Doğruda kendi kendine yayılma kudreti vardır. Diktatörler bunu bildikleri için doğruları söyleyenleri sustururlar. Saltanatlarını sürdürebilmek için ifade hürriyetine son vermeyi, düşüncenin ölmesini ve geri kalmayı göze alırlar.
Bunların yanı sıra bir de bu haksızlıklar karşısında susanlar vardır ki; hakikati konuşmayarak ve mazlumların yanında yer almayarak İslam’ın izzet ve şerefini korumamış ve insanları hak dinden soğutmuş olurlar. Yarınlar zulme sessiz kalanların değil hakkı haykıranların olacaktır. Mazlumlar sustukça Zalimler azgınlaşır.
Zulme gözünü kapatıp kulağını tıkayanlara ceza amelin cinsinden olacak ve onlar da yarınlarda görülmeyecek ve dinlenilmeyeceklerdir.
Hakların bu denli kısıtlandığı bir zamanda özgürlüklerini savunmayanlar bunun bedelini köle olmakla öderler. Hakkı haykıran, batılı reddeden şahsiyetli insanlar çoğalmadıkça karanlıklar aydınlığa dönüşmeyecek ve kurtuluşumuz mümkün olmayacaktır.
Cevher Dudayev, “haksız gücün karşısında, güçsüz hakkın yanında olmak benim imanımdır”, demiştir.
Aliye İzzet Begoviç ise “hatırlayacağımız düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacak” diyerek suskunlara sitem etmiştir.
Şu nokta unutulmamalıdır ki; mazlumlara sahip çıkanlara zulme uğradıklarında Allah da sahip çıkar.
Haksızlık karşısında susanları ise Allah haksızlığa uğratır. Çünkü yanlışlarını başka türlü anlamayacaklardır.
Yiğitlik doğrunun hâkim olduğu ortamda doğruları söylemekle değil, yanlışın hâkim olduğu ortamda doğruları söylemekle olur.
Afrikalı Yazar Desmen Tutu diyor ki: Eğer adaletsizlik karşısında tarafsız kalıyorsanız zalimin tarafını seçmişsiniz demektir.
O halde; gücün adamı değil hakikatin adamı ol! Çünkü güçlüler yıkılır ama hakikat yıkılmaz.
Zulme karşı susmanın cezası daha çok zulme uğramaktır.
Zulümler karşısında konuşursak biteriz zannedenler aslında susa susa biterler.
Adaletin olduğu ülkede insanlar suçu ispat edilinceye kadar suçsuz, adaletin olmadığı ülkede ise insanlar suçsuzluğunu ispat edinceye kadar suçludur.
Adaletin olduğu ülkede savcılar suçu İspat eder, adaletin olmadığı ülkede sanıklar suçsuzluğunu ispat eder.
Adaletin olduğu ülkede önce suçun delilleri olur sonra kişiye kendini savunma hakkı verilir, daha sonra suçlu ise tutuklanır. Adaletin olmadığı ülkede ise kişi önce tutuklanır sonra suç uydurulur daha sonra kişiye kendini savunma hakkı verilir. Ancak bu savunma hakkı bazen 6 ay bazen 1 yıl, bazen 2 yıl sonra verilir. Bize yapıldığı gibi tutuklamayı gerektiren hiçbir suç ve delil olmadığı halde tutukladılar, 6 ay sonra iftira, çelişki ve varsayımlara dayalı bir iddianame hazırladılar, bir sene sonra kendimizi savunma hakkı verdiler. İddianame iki dosyaya ayrıldı ve her ikisinin de içi boş olduğu için iki mahkemenin de ilk duruşmasında tahliye olduk. Malum bazı siyasiler ve malum derin güçler tahliye kararına tahammül edemediler ve olağanüstü halden kalma acayip sistemi devreye soktular. Savcı tahliye kararına itiraz etti ve dosyayı hiç bilmeyen bir başka mahkeme, itirazı kabul edip tekrar tutukladı, oldu bitti. 20 bin sahifelik dosya, 120 sahifelik iddianame, binlerce sahifelik ifade tutanaklarının 1-2 saatte incelenmesi ve sanıkları dinlemeden bir karara varılması mümkün olmadığına göre kararın nasıl verildiğini anlamak zor olmasa gerek. Dosyayı 5-6 ay inceleyip 3 gün sabahtan akşama kadar ifade alıp konuyu anladıktan sonra tahliye kararı veren 4. Ağır ceza Mahkemesinin kararını konuyu hiç bilmeyen bir başka mahkeme 1 saatte bozabiliyor. Sistem kasten böyle kurulmuş. Bütün baskılara rağmen olur da bir mahkeme güçlülerin istediği gibi karar vermezse o kararı bozdurmanın yolu buymuş. Bu olaylar sayesinde kurulan sistemi ve sistemi kuranları tanımış olduk. Ancak bunu yapanlar anlaşılan hala ‘küfür devam etse de zulüm devam etmez’ hakikatini bilmiyorlar ya da unutmuşlar.
Tahliyeden sonra anormal bir şeyler olacağının sinyali aslında ilk andan itibaren verilmişti. Çünkü Bolu F Tipi Cezaevinden çıktığımızdan itibaren Adana’ya kadar fiziki takip bir an olsun bırakılmadı. Adana girişinde beni karşılamak için otobanda tesiste beni bekleyen yüzlerce insana bir selam vermeme engel olmak istediler ve “müdahale ederiz” tehdidinde bulundular. Ben de “Şu soğukta saatlerdir beni bekleyen yüzlerce kardeşime selam vermeden çekip gidemem, hapisten yeni çıktım, gerekirse tekrar girerim” demiştim. Sonra tesiste toplanan arkadaşlara kısa bir konuşma yapmama izin verdiler. Ancak tam konuşmaya başladığımda yakınıma kadar gelip megafonla sürekli aynı anonsu yapmak sureti ile konuşmama engel oldular. Böyle bir ortamda kısa bir konuşma yaptıktan sonra araçlara binip giderken arkadaşların tesisten çıkıp bizimle birlikte gelmelerine müsaade etmediler. Başka bir yerde (Adana Fuar alanında) beni bekleyen arkadaşların yanına uğramamı engellemek için fuar alanına giden bütün yolları araçlarla kapattılar. Bu şekilde eve geldiğimde evin çevresini yüzlerce polisle, özel harekatçılarla, TOMA’lar ve akreplerle ablukaya aldıklarını gördüm. Bütün engellemelere rağmen evin önüne kadar gelebilmiş yüzlerce arkadaşa teşekkür edebilmek için 1. kattaki evimizin balkonuna çıktığımda konuşmaya başlar başlamaz TOMA’ların siren sesleri ile konuşmamı bir kez daha engellediler. Bu engellemeler bana Mekkeliler’in Peygamberimize yaptıklarını hatırlattı. Onlar da Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in konuşmasını engellemek ve sesini bastırabilmek için taşları birbirine vurmuşlardı. Çeşitli yöntemlerle konuşmasının duyulmasını engellemeye çalışmışlardı. Bu yöntemler hakikatin duyulmasını engelleyebildi mi? Böyle yapanlar sadece kendilerini rezil ederler.
Bu olay tahliyeden önce söylediğim “Benim dosyalarım suç dosyası değil, sus dosyası” sözümün doğruluğunu ispat etti. Allah Azze ve Celle tahliyelerle suçsuzluğumu, bu olayla da susturulmaya çalışıldığımı milyonlara gösterdi. Tahliyeden sonra Bolu’ya girişlerine izin verilmediği için şehrin girişinde beni bekleyen yüzlerce arkadaşa yaptığım konuşmada söylediğim “Beni susturmak için hapsettiler ama susmayacağım” sözüm üzerine ertesi gün tekrar tutukladılar. Böylece ne için tutukladıklarını ve korktukları şeyin ne olduğunu bir kez daha herkese göstermiş oldular. Önemli değil, “Mahkemeler padişahınsa kalpler bizimdir.”
Bizimle uğraşanlara derim ki;
Ey benim iftiracı namert düşmanlarım! Bilin ki bizimle uğraşmanız mantıksızdır. Çünkü eğer Allah Celle Celaluhu bizi destekliyorsa sizin bizi durdurmaya gücünüz yetmez. Yok eğer Allah Celle Celaluhu bizi desteklemiyorsa zaten durdurmaya çalışmanıza gerek yoktur. Çünkü Allah’ın desteklemediği hedefine varamaz. Yani her iki halde de kendinizi boşuna yoruyorsunuz.
Hangi zulmü yaparlarsa yapsınlar, hangi iftirayı atarlarsa atsınlar Kur’an’ın elmas gibi olan hakikatlerini ve Tevhid davasını ölene kadar anlatacağız. Hiçbir zaman teröre bulaşmadık, İnşallah bundan sonra da buluşmayacağız. İslam düşmanlarına boyun eğmedik, eğmeyeceğiz. Onlara itaat etmedik, etmeyeceğiz.
Kur’an-ı Kerim: “Sabret, senin sabrın ancak Allah (ın yardımı) iledir, onlardan dolayı kederlenme, kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma” buyuruyor. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem de: “Uğradığı haksızlığa sabredenin Allah şerefini artırır” buyuruyor. Onlar tahrik etmek istese de sabredeceğiz ama sabrederken de mücadeleye devam edeceğiz.
Düşünceler veya inançlar ancak uğrunda çile çekilip bedel ödenirse canlanır, kitleleri canlandırır ve davaya dönüşür. Fikirler zulme uğradıkça yayılır. Davalar uğrunda çile çekildiği miktarca büyür.
Hazreti Mevlana: “Nerede azgınları yola getirmeye uğraşan biri varsa o çok tekmeler yiyecektir” der. O halde buna razı olacağız.
Bana “Sus, Tevhidi anlatma ve yaptıkları zulümlere sessiz kal” diyorlar. Ben de onlara Yusuf Aleyhisselam’ın “Rabbim, zindan beni çağırdıkları şeyden daha hayırlıdır” sözü ile cevap veriyorum. Hakkı söylediğim için zindanın çilesini çekmem haksızlıklar karşısında susmanın zilletin çekmemden iyidir.
Arkamızda Allah olduktan sonra karşımızda kimlerin olduğunun önemi yoktur.
Taşıdığımız yük altındır, elmastır. Bu yükü veren taşıma kudretini de verecektir.
Ne hapishanenin beton duvarları, demir parmaklıkları ne de medyanın yalan ve iftiraları hakikatlerin kitlelere ulaşmasını durduramaz.
Ey iftiralarla beni zindana gönderen zalimler! Ben Allah yolunda zindana giderken siz evlerinize gideceksiniz. Beni ailemden ve arkadaşlarımdan koparacak, kendi ailenize ve arkadaşlarınıza kavuşacaksınız. Ben soğuk zindanda üşürken siz sıcak evlerinizde rahat yaşayacaksınız. Ben tecritte tek başıma iken siz dostlarınızla sohbet edeceksiniz. Öyle olsun. Size önce Yunus ile cevap vereyim:
“Olsun be! Yaradan yardır
Sanma ki zalimin ettiği kârdır
Mazlumun ahı indirir şâhı
Her şeyin bir vakti vardır”
Ey zalimler! Ben zindanda mazlumiyetin izzetini yaşarken siz dışarıda zalimliğin zilletini yaşayacaksınız. Benim zindanda aldığım mazlumiyetin lezzetini siz hiçbir zaman zalimlikten alamayacaksınız. Ben Rabbimle beraber olmanın mutluluğunu yaşarken siz sahte dostlarınızla günahınızı çoğaltacaksınız. Ben bu dünyanın zindanına dayanıyorum ama siz ahiretin zindanına dayanamayacaksınız. O halde benim durumum sizinkinden daha iyidir. Bir taraftan acı çeksem de diğer taraftan bu memlekette Tevhid’in gündeme gelmesine ve bazılarının anlamasına vesile olanlardan olduğum için ve arkamda hayırlı işlerde öncü bir nesil bıraktığım için şükür makamındayım.
Ölene kadar: “Tevhit, Adalet, Hürriyet, Medeniyet” demeye devam edeceğim.
Tüm mazlumlara ve mazlumları destekleyenlere selam olsun. Allah’a emanet olun.