İmam-ı Âzam Ebu Hanife Rahimehullah, Emeviler döneminde başa geçen yöneticilerin yapmış oldukları zulümleri desteklemediği için siyasi iktidarların şimşeklerini üzerine çekmişti. İslam’ı yegâne ölçü olarak almadıkları yönetimlerini halk nezdinde meşrulaştırmak ve halkın itaatini kazanabilmek için âlimleri araç olarak kullanmak isteyen Emevi ve Abbasi yönetimleri, Ebu Hanife’yi de satın alacaklarını zannettiler. Emevi idaresi halk nezdinde yitirdiği itibarını yeniden kazanmak için başta Ebû Hanîfe olmak üzere birçok Rabbani ulemayı susturmak gayesiyle onlara devlet görevleri teklif ettiklerinde bu tuzak görev teklini Ebû Hanîfe şiddetle reddederek şöyle demiştir: “(Değil kadı olmak) Bana Vâsıt mescidin kapılarını say dese, onu bile kabul etmem.” Bunun üzerine Ebu Hanife hapsedilir ve şiddetli şekilde dövülerek işkence edilmiştir. Zindan sorumlusu “Bu adam kırbaçtan ölecek” diye valiye gider. Bütün yolları denemesine rağmen Ebû Hanîfe’yi ikna edemeyen vali, onu arkadaş ve dostlarıyla istişare etmesi için salıverir. İmam da bir fırsatını bulup Mekke’ye hicret eder. Bu olay o elli yaşlarındayken hicri 130 yıllarında gerçekleşir. İmam Azam hazretleri yönetim Emevilerden Abbasilere geçinceye kadar Mekke’de kalır. İkinci Abbasi halifesi el-Mansûr (ö.158/773) döneminde 136 h.’de altı senelik Mekke hayatından sonra Kûfe’ye geri döner. Emeviler yıkılmış, yerine Ehl-i Beyt taraftarı olduğunu iddia eden Abbasiler gelmiştir. Ancak Ehli Beyt mensuplarına yapılan zulümler ortadan kalkmamıştır. Abbasiler, Ehl-i Beyt mensuplarını siyasi takibe tabi tutarak işkence etmeye başlayınca Ebû Hanîfe de açıkça halifeyi hedef alan eleştiriler yapmaya başlamıştır. El-Mansûr’un isyancıları öldürme planlarına karşı çıkarak Abbasi Halifesi Mansur’un huzurunda bunun yanlışlığını şer’an ispat etmiştir. Abbasi yönetimine karşı muhalif tavrı bunlarla da kalmamış, Medine’de kıyam eden Muhammed b. Abdillah’a biat etmiştir. (Şehristânî, el-Milel ve’n Nihâl, I/188) Onun öldürülmesi üzerine halkı Basra’da kıyam eden İbrahim b. Abdillah’ın saflarına katılmaya davet ve teşvik etmiş, onunla gizlice mektuplaşarak, onu Kûfe’ye davet etmiştir. Abbasi halifesi el-Mansûr kendi meşruiyeti üzerine tartışmaların yaygınlaştığını görünce İbniEbi’z-Zî’b, İmam Malik, Ebû Hanîfe, A’meş ve Süfyan es-Sevrî ve benzeri âlimleri huzurunda toplamış ve görüşlerini sormuştur. İmam bu görüşmede de inandığı doğruları olduğu gibi en net bir şekilde dile getirerek şöyle demiştir: “Makamına geçtin ama üzerinde şûra ehlinden iki kişi dahi ittifak etmediler. Hâlbuki bu makama müminlerin meşvereti ve rızalarıyla gelinir.” (es-Saymerî, Ahbârû Ebû Hanîfe, 68,69) Bu cevap üzerine de tabii ilişkiler kopmuştur. El-Mansûr, Ebû Hanîfe’yi kendi safına çekemediği için zaten ona kızgın iken, onun halifenin hoşuna gidecek şeyler söylemeyip hak bildiği doğrular konusunda ısrarcı olması, halifeye karşı tavır koyup muhaliflerini desteklemesi, onlarla yazışması, yönetimin şer’an meşru olmadığını söylemesi, hatta el-Mansûr’un en seçkin komutanlarından Hasan b. Kuhtuba’yı yönetimin zulümlerine alet olmaktan uzak durması hususunda ikna etmesi bu kızgınlığı düşmanlığa dönüştürür ve Ebû Hanîfe’yi öldürmeye azmeder. Halk tarafından sevilen Ebû Hanîfe’ye 148 h. yılında Kûfe kadısı İbniEbî Leylâ (ö.148/765)’nın ölümü üzerine Mıs’ar b. Kidâm (ö.155/775), Süfyan es-Sevrî (ö.161/ 776) ve Şerîk (ö.177/792) ile birlikte kadılık teklif eder. İmam Mevâli’den olduğunu, Arapların bu sebeple kararlarına uymak istemeyeceklerini bahane edip bu teklifi savuşturur ve kadılık Şerîk’in üzerine kalır. Ancak kısa bir süre sonra Şerik kadılık görevinden azledilir. Zira Abbasilerin asıl niyetleri Ebu Hanife’ye diz çöktürmektir. Kadılık makamı ise bunun bir kılıfıdır. Vefatından kısa bir müddet önce Ebu Hanife rahmetullahi aleyh Bağdâd’a davet edilir. Ve üçüncü kez kadılık teklif edilir. Ama o görev kabul etmemekte ısrar eder. Karşılıklı yeminleşmeler olur ve neticede hapsedilir ve işkenceye tabi tutulur. İstenilen elde edilemeyince bir müddet için hapisten çıkarılır ve fetva vermeye zorlanır. Kendisine meseleler gönderilir ve halletmesi istenir. Bunu yapmayınca tekrar hapsedilir ve işkenceye devam edilir. Araya giren bazı vezirlerin tavsiyesi üzerine hapisten çıkarılıp bir evde zorunlu ikamete tabi tutulur. Dördüncü defa fetvadan men edilir. Derslerine devam etmesi de engellenir. Bir müddet bu hal üzerine kaldıktan sonra (150/ 767) yılının Recep ayında Bağdat’ta vefat eder. İmam, Bağdat’a çağırılıp kadılık teklif edildiğinde cumhurun tercihine göre yetmiş, diğer bazı rivayetlere göre seksen yaşlarındadır. Buna binaen tarihçiler ölümüne sebep olarak maruz kaldığı işkence ve eziyetleri göstermişlerdir. Halifenin emriyle kendisine içirilen zehir sebebiyle öldüğüne dair ifadeler de kaynaklarda mevcuttur. İşkence sonucu bitkin düşen yorgun vücudu bu ulvi ruhu daha fazla taşıyamaz ve şehitler kervanına katılır. Rahmetullahi aleyh. Cenazesini Bağdat kadısı Hasan b. Ammare yıkadı. Yıkamayı bitirince şöyle dedi: “Allah Teâlâ sana rahmet eylesin. Otuz senedir gündüzleri oruç bozmadın. Kırk sene gece sırtını yatağa koyup uyumadın. En fakihimiz sendin. İçimizde en çok ibadet edenimiz sendin. En iyi sıfatları kendinde toplayan sendin!” Cenazesinin kaldırılacağı sırada Bağdat halkı oraya toplanıp büyük kalabalık oldu. Bu sebeple ikindiye kadar altı defa cenaze namazı kılındı. Hanefi mezhebinin ve İslam tarihinin muhteşem mütefekkiri Ebû Hanife, ne Emevî zulmüne ortak oldu, ne Abbasî baskısına boyun eğdi; ama bu onurlu duruşunu özgürlüğüyle, canıyla ödedi. Ebu Hanife bir rivayete göre hapiste iken, diğerine göre hapisten çıktıktan sonra gördüğü ağır işkencelerin şiddetiyle vefat etmiştir Tarihin her döneminde zalim sultaların karşısında hakkı söyleyen âlimler var olagelmiş dik duruşları ve mücadeleleri sonucunda ise birçok tehdit, işkence, hapis ve zulümlere maruz kalmışlardır. Tarihimiz, her şeyi göze alıp Hakk’ın ve mazlumun taraftarı olan, gerçekleri konuşmanın bedelini hapishaneye atılarak ödeyen yiğit âlimlerin örnekleri ile doludur. İmam azam Ebu Hanife ise tarihimizde ki yüzlerce örnekten sadece biridir. Aradan yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen Allah(cc)’in sünneti değişmemiş, zalim sultaların ve adaletsizliklerin var olduğu dönemlerde zulüm hep var olagelmiş, hakkı söyleyenler türlü işkencelere maruz kalmışlardır. Ümmetimizin bağrında ‘En büyük cihat zalimin karşısında hakkı haykırmaktır’ hadisi şerifine mazhar olan binlerce âlim mücahit yetişmiş ve bu âlimler İslam sancağını nesilden nesille taşıyabilmek için her türlü tehditleri ve tehlikeleri göze almışlardır. Bugün de her daim ümmetimizin ve milletimizin maslahatını gözeten, müslümanların üzerinde oynanan sinsi oyun ve tezgâhları ilmi ve siyasi birikimi ile çözmeye çalışarak Müslümanları uyandırmaya çalışan, nerede islama ve Müslümanlara bir zarar gelecek olsa engellemeye çalışan, adaletsizlikler ve zulümler karşısında hakkı korkusuzca dile getiren ve siyasi iktidara dostane uyarılarda bulunan Alparslan Kuytul Hocaefendi, zulme uğrayan âlimlerden biri olmuştur. Alparslan Kuytul Hocaefendi bu yola baş koyan herkes gibi hiçbir suçu olmadığı halde yalnızca Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalı diyerek insanları tevhide davet ettiği için 10 aydır zindan da ve türlü zulümlere maruz bırakılıyor. Onun tek suçunun doğruları söylemek olduğuna vicdan sahibi herkes şahittir. Tertemiz hayatı ve yetiştirmiş olduğu binlerce talebesi de masumiyetinin en büyük ispatıdır. Peygamberi mektebin talebesi olan ve bu çileyi omuzlayan herkes gibi o da zindan yolunu göze alarak hakkı söylemekten vazgeçmemiştir. 10 aydır zindan da haksız yere tutuklu bulunan Alparslan Kuytul Hocaefendi’ ye yapılan bu zulümler de tarih sayfalarına yazılacak ve zihinlerden asla çıkmayacaktır. Furkan gönüllüleri olarak yapılan bu hatalardan en yakın zamanda dönülmesini ve ALPARSLAN Kuytul Hocaefendi’nin tez zamanda beraat etmesini talep ediyoruz