Yusuf Tapan’ın Mektubu - Aksaray T Tipi Kapalı CİK (08.02.2022)
Hamd alemlerin Rabbi bize medrese-i Yusufiye’de talebe olma şerefi nasip eden Allah Azze ve Celle’ ye, salatu selam zalim ve müşriklerle mücadele ederek zulmü ortadan kaldırıp İslam medeniyetini kuran peygamberimiz, önderimiz Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, selam ise başta zindanı medreseye çeviren Hz. Yusuf Aleyhisselam ve bu dava uğrunda canından, malından vazgeçerek İslam’ın hakim olması için gayret etmiş tüm geçmiş büyüklerimizin; özelde bizim, genelde tüm mazlumların özgürlüğüne kavuşması için mücadele eden dava kardeşlerimin üzerine olsun
Zindan Bana Bir Şey Kaybettirmedi, Çok Şey Kazandırdı
Mektubuma başlarken öncelikle dışarıda özgürlüğümüze kavuşmamız için yürüyüşler, basın açıklamaları, çay kahve etkinlikleri gibi birçok faaliyet yaparak bize destek olan ve bana mektup yazan, selam gönderen tüm erkek, hanım kardeşlerime teşekkür ediyorum. Gönderilen mektuplarda birçok kardeşim nasıl olduğumu merak ediyor. Hamd olsun iyiyim. Ben de hocamızın cezaevinden çıktığı zaman dediği gibi “zindan bana bir şey kaybettirmedi, çok şey kazandırdı.” Hamd olsun hocamız kadar olmasa da bana da bir şey kaybettirmedi, çok şey kazandırdı. Mektubuma süreçten bahsederek devam etmek istiyorum.
Emniyet ve Cezaevi Süreci
10 Eylül 2021’de Cuma namazı çıkışı hiçbir gerekçe gösterilmeden gözaltına alınıp emniyete götürüldüm. Emniyette haksız bir şekilde telefonuma ve üzerimde bulunan eşyalarıma el konuldu ve 4 gün sürecek gözaltı süreci başlamış oldu. Emniyette 2 güne yakın avukatlarım dahil olmak üzere kimseyle görüştürülmedim. Daha önce anlattığım gibi ilk iki gün bana Koray Sarısaçlı’nın kaçırılmasıyla ilgili sorular sormaya başladılar. Aslında bunlar sorudan çok suçu kabul etme ve hocamıza, cemaatimize iftira atmaya yönelik tehditlerdi. Bana “Bu adamı kaçırmak için size kim talimat verdi? Talimatı veren hocanız değil mi? Cemaatiniz şimdiye kadar temizdi ama artık elinize kan bulaştı, temiz değilsiniz. Bize kimin kaçırdığını, nereye kaçırdığını ve bu işin arkasında kimin olduğunu söylerseniz ceza almaman veya az ceza alman için sana yardımcı oluruz. Bize itirafta bulunduğunu hiç kimseye söylemeyiz, aramızda kalır. Resmi bir evraka da geçmeyiz. Sen bize bu dediklerimizi anlat, resmi ifadende ne söylersen söyle; biz ona karışmayız.
Hedef, Hocamız ve Cemaatimiz
Hocamız ve cemaatimiz üzerinde bir oyun oynadıkları sordukları bu sorulardan anlaşılıyordu. Anlamıştım ki hedef biz değiliz, hedef hocamız ve cemaatimiz. İstediklerini söylemediğimde dövüyorlar, ağza alınmayacak küfürler ediyorlar ve “Şimdi dayanıyorsun, konuşmuyorsun ama bizden daha fazlasını yapanlar gelecek; bakalım onlara dayanabilecek misin?” diyorlardı. Belli ki bizi konuşturmak ve suçu isnat etmek için bir yerlerden talimat almışlardı çünkü yaptıkları ne insani ne İslamiydi.
Bir insan bir insanı herkesin içinde soyup “Eğer konuşmazsan cop sokarım.” der mi?
Yere yatırıp ağzına su boşaltılır mı?
Karnının üzerine çıkıp hakaret eder mi?
Sakallarını çeker mi? Ağza alınmayacak küfürler edip işkence eder mi?
En son istediklerini söylemeyince amirlerinden biri “Senin ağırlaştırılmış müebbet alman için elimden geleni yapacağım.” Dedi. Daha sonra avukatla görüşme imkânı olup bana yapılanları anlatınca hocamız başta olmak üzere kardeşlerimin emniyetin önüne gelmesi ve bize yapılanların sosyal medyada duyurulmasından sonra işkenceyi bıraktılar.
Emniyetteki dört günlük gözaltı sürecinden sonra mahkemeye çıkarıldık ve Koray Sarısaçlı ortada olmamasına rağmen hâkim dosyadaki mevcut delillere bakarak herhangi bir adli kontrol tedbiri koymaya gerek duymadan bizleri serbest bıraktı. Mahkemede hâkime emniyette bana yapılanları anlattım ve bize işkence yapan polislerden bazılarının salonda olduğunu, isterseniz onları gösterebileceğimi söylememe rağmen “Buranın konusu değil.” deyip konuyu kapattı. Hâkimin en azından onları mahkeme salonundan çıkarmalarını bekledim ama yapmadı.
Serbest bırakıldıktan sonra hocamızın yanına geldiğimizde hocamız bize sarıldı ve alnımızdan öptü. O an bana yapılanların hepsini unuttum. Bir dava adamı, bir âlim tarafından alnından öpülmek tarifsiz bir duyguydu. Hamd olsun.
14 Eylül’de serbest bırakıldıktan sonra savcının tutuksuz yargılamaya itiraz etmesi üzerine 16 Eylül’de tutuklanıp Kürkçüler Cezaevine gönderildik. 16 Eylül sabahı beni evimden alıp adliyeye mahkemeye götürürken iki polisin arasında geçen konuşma çok ilginçti. Biri diğerine nereye gidileceğini sorunca diğeri “Adliyeye, ondan sonra da cezaevine gidilecek.” diye cevap verdi. Normalde hâkimin karşısına çıkıp tekrar yargılandıktan sonra kararı öğrenmeleri lazımdı ama polisler tutuklanacağımı önceden biliyorlardı. Hâkime de bu durumu anlattım. Polislerin bu şekilde konuştuklarını, hakimlerin mi yoksa polislerin mi kararı verdiğini sorunca “Tabii ki ben karar vereceğim.” demesine rağmen tutuklanmamıza karar verdi. Bizleri Kürkçüler Cezaevine götürdüler. Kırk gün orada kaldıktan sonra güvenlik bahanesiyle Aksaray T Tipi Cezaevine getirdiler.
İstihbaratın Teklifini Kabul Etti, Bizlere İftira Attı
Sürecin başından bugüne kadar baktığımızda İslâm düşmanlarının hocamıza ve cemaatimize tuzak kurmaya çalıştıkları ortadadır. Bunun bir tuzak olduğu, tutukluluğunun devam ettiği süreçte meydana gelen olaylarla daha net görmüş olduk. Tutukluluğumuzun devam etmesine sebep olan Koray Sarısaçlı’yı ve daha sonrasında gelişen olayları şu şekilde anlattığımızda hedefte neyin, kimin olduğu daha da netlik kazanacaktır. Bizden şikayetçi olan Koray Sarısaçlı ile geçmişte ailece tanışıyorduk. Kaçırıldıktan bir süre sonra ortaya çıktığında savcılığa verdiği ilk ifadesinde benimle ailece görüştüğünü söylemiş ve benim hakkımda “Güvendiğim bir insandır.” demişti. Savcılığa verdiği bu ilk ifadesinde “Kaçıranlar bunlar değil, beni mafya tipli insanlar kaçırdı.” demesi hocamız ve cemaatimize tuzak kurmaya çalışanları çıldırtmış ve bunlar Koray Sarısaçlı’ya hocamız ve cemaatimiz üzerinde kurdukları projeyi kastederek “Projemizi bozdun!” deyip ifadesini aleyhimizde değiştirmesi için baskı kurdular. Koray Sarısaçlı’nın daha önce Osmaniye Düziçi’nde bulunan hastanenin ruhsatını Adana İl Sağlık Müdürlüğünde çalışan bir bayan yetkili aracılığıyla Ankara’da bazı kişilere rüşvet vererek Antalya’ya taşımaya çalıştığını Sağlık Bakanlığına şikâyet etmiştik. Kendisi bu şikayetimizden çok rahatsız oldu ve “Siz göreceksiniz, sizi bitireceğim.” gibi tehditler etmeye başladı. Bu nefretinden dolayı istihbarat ve emniyetin sunduğu teklifi kabul etti, onlarla iş birliği yaptı ve onların da isteği üzerine bizlere iftira attı, bizlerden şikayetçi oldu.
Adam Kaçıracak İnsanlar Camiye mi Gider?
İstihbarattan birilerinin işin içinde olduğu ve hocamıza suç isnat etmeye çalıştıkları yaşanan olaylarda çok belli oluyor. İstihbarattan birilerinin babamı arayıp “Bizim oğlunla işimiz yok, işimiz Alparslan Hoca’yla cemaatle. Yusuf’a söyle, suçu ikrar etsin. Dediklerimizi yaparsa seni cezaevinin dışında onunla görüştürürüz.” gibi şeyler söylemeleri de bunun açık delilidir. Öyle olmasaydı, tutukluluğumuz devam etmezdi çünkü ellerinde hiçbir delil yok. Somut bir delil olmayınca hâkimin istemesi gereken bilirkişi ve HTS raporlarını savcı istedi. Bilirkişi, video görüntüleri incelemesi sonucunda lehimizde rapor verdi. Çıkan HTS raporları da olay günü dergi ofisinde olduğumu teyit etti. Emniyetin sunduğu kamera görüntülerine göre de bize isnat edilen suçu işlememiz imkansızdır çünkü görüntülerde camiden 17.24’te çıkılıyor. Cami ile olay yeri arası mesafe 10 dakikadır. Bu, ölçülen mesafedir eğer trafik yoğunsa veya başka bir yoldan gidildiğinde bu süre daha da uzar. 17.24’teki görüntüde araç plakasızdır.1 dakika sonra yani 17.25’te aracın plakalı fotoğrafı var. Bu plaka ne ara takıldı? 17.25’te adam kaçırılmış ve 17.28’de araç plakasızdır. Bu plaka ne ara çıkarıldı? 4 dakika içinde 10 dakikalık mesafeden gelinmiş, plaka takılmış, sökülmüş ve herhalde adam da orada hazır bekliyordu ki hemen arabaya bindirilmiş, kaçırılmış! Bu hızda adam kaçırmak için uçmak gibi olağanüstü yeteneklere sahip olmak gerekir. Ayrıca adam kaçıracak insanlar camiye mi gider? Olay yerinde pusu kurup beklemez mi?
Suçu Kabullenmemizi İstiyorlar
Bize tuzak kuranlar; bilirkişi, HTS raporları ve kamera görüntülerinde aleyhimizde bir delil bulamayınca tutuklular hakkında her ay yapılan “tutukluluk incelemesinde” bizi mahkemeye çıkarıp suçu ikrar etmemizi istiyorlar ve talimatla yapıldığını söylettirmeye çalışıyorlar. Normalde tutukluluk incelemesi duruşmasız yapılır. Dört aydan fazladır cezaevindeyim, koğuştaki arkadaşlarımın hiçbirinin tutukluluk incelemesi için mahkemeye çıkarıldığını görmedim. Mahkemede daha önce defalarca konuştuk, bir şey değişmedi. Şimdi de “Konuşmak istemiyoruz.” dediğimizde hâkimin “Tahliye olmak istemiyor musunuz?” diye sorması suçu ikrar ve isnat etmeye çalıştıklarının bir delilidir. Bu şekilde hocamızın ve cemaatimizin hedefte olduğuna ve Koray Sarısaçlı ile istihbaratın iş birliği içinde olduğuna dair birçok delil var. Bu delillerden bir tanesi de Koray Sarısaçlı’nın kaburgaları kırık olmamasına rağmen adli tıptan kaburgalarının kırık olduğuna dair sahte rapor almasıdır. Kaburgalarıyla ilgili çekilen film iki profesör ve iki uzman doktora gösterildiğinde bize Koray Sarısaçlı’nın kaburgalarının kırık olmadığını rapor etmişlerdi ve böylece gerçek ortaya çıkmış oldu. Bu adam “Beni kaçırıp dövdüler, kaburgalarımı kırdılar.” gibi yalanlar uydurup bize iftira attı. Bu yalanlarına delil bulmak için adli tıptan sahte rapor aldı.
Koray Sarısaçlı’nın Yanlışları ve Günahları
Şahit olduğumuz bu yalanlar kaçırılma olayının da yalan olup bizzat kendi tarafından yaptırılmış olma ihtimalini de aklımıza getiriyor. Yapar mı, yapar. Bu adamdan her şey beklenir çünkü bu adamda her günah var. Bu adamın karısını aldattığını biliyoruz, şahitler var. İş yaptığı insanları dolandırdığını, dolandırılan kimselerden duyduk. Karısının ve yanında çalışan işçilerin hakkını yediğini de herkes biliyor. Naylon fatura düzenleyip kaçırdığı vergilerle devleti dolandırdığı kayıtlarda var. Maddi menfaati için rüşvetle iş yaptığı da ortadadır. Antalya’da, Eskişehir’de eskort kadınlarla düşüp kalkan biri olduğunu arkadaşları da biliyor. En büyük günahlarından bir tanesi de sadece kendisine değil ailesine emek vermiş, onların ahiretinin kurtulması için gayret etmiş hocasına ihanet etmesidir. Bu günahları işleyerek hem dünyasını hem de ahiretini mahvetmiştir. Yukarıda ifade ettiğim gibi bu olayın tamamına bakıldığında İslam düşmanlarının tuzağı net olarak ortaya çıkmaktadır.
Satılan Malın Pazarlığı Olmaz
İslam düşmanlarının kurduğu tuzaklar geçmişte kurulan tuzak ve iftiralar gibi başarıya ulaşamayacaktır çünkü Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de bize zalimlerin ve hainlerin kurduğu tuzaklarının, planlarının başarıya ulaşamayacağını bildiriyor. Rabbimize teslim olduktan sonra onlar bize bir şey yapamazlar. Sürecin başında konuyla ilgili hocamız şöyle demişti “Rabbimiz bir ayetinde ’Allah müminlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır.’ Buyuruyor.” Bizler canımızı ve malımızı Allah’a sattığımıza göre satılan malın pazarlığı olmaz. Allah Azze ve Celle satın aldığı canlarımızı ve mallarımızı istediği gibi kullanır. İster dışarıda hizmet ettirir ister zindanda yükseltir. Sattığımız malın, satın alan tarafından nasıl kullanılacağına artık karışamayız. Hocamızın dediği gibi Rabbim nasıl dilerse bizi öyle kullanır. Ona teslim olmuşuz, başımıza gelenler de onun izni dahilindedir. Ayette buyurduğu gibi onun izni olmadan ağaçtan bir yaprak dahi düşmez. Bize düşen sabır ve sabrın sonucunda biz Allah’a aitiz ona döneceğiz, demektir. Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz şöyle buyuruyor: Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: 'Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz. Rablerinden bağışlanma (salat) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır. (Bakara,155-156-157) Bu ayetlerin gereğini yerine getirenler hem dünyada hem Allah katında yükselenlerden olmuşlardır. Mesela firavunun tehditlerine rağmen” Biz Allah’a aitiz, ona döneceğiz.” diyen sihirbazlar yükselenlerden olmuşlardır.
Pazarlıksız Bir İmana Sahip Olanlar Yükselirler
Böylece Kur’an-ı Kerim bizlere pazarlıksız bir imana sahip olan kimselerin yükseleceğini öğretiyor. “Rabbimin dediğini yapacağım ama şu olduktan sonra” gibi kurulan cümleler imanımızdaki zayıflığı gösterir ve bu müminlerin değil, iman etmeyenlerin ahlakıdır. Bizdeki pazarlıklı bir iman ise başımıza gelen musibetler karşısında sabredemeyiz ve imtihanları kaybedenlerden oluruz. İmtihan gereği sahip olduğumuz bazı şeyleri kaybedebiliriz ama Rabbimiz bunun karşılığında bize daha güzelini daha iyisini nasip edecektir. Mevlana’nın dediği gibi “Ey can! Ayağın kırıldı diye üzülme. Belki Allah kırılan ayak yerine kanat verecektir sana.” Rabbimiz kullarına karşı merhamet sahibidir. Kullarından aldığını ahirette kat kat vereceği gibi dünyada da vermektedir. Rabbim vermezse de onun yolunda can, mal vermeye değmez mi? Mevlâna bir sözünde “Sevgili yolunda ayağına diken batan aşık, onu elbisesine takılmış bir gül görmeli değil midir?” demektedir. Onun yolunda çektiğimiz sıkıntılar bizim için şeref olmalıdır. Hem çektiğimiz sıkıntılar günahlarımıza kefarettir. “Amellerinizde orta yolu ve doğruyu bulmaya çalışın. Mü'mine musibet nevinden her ne ulaşır ise günahlarına bir kefâret olur. Musibet, beklenmedik bir hâdise olmuş, ayağına batan bir diken olmuş fark etmez." (Müslim, Birr 49) buyruluyor. Yaşadığımız zorluklar sıkıntılar hem günahlarımıza kefaret hem de Allah’ın vereceği nimetlere vesiledir.
Dönemin Cemalî Tecellisi Furkan Gönüllüleri
Sezai Karakoç’un bir sözünde dediği gibi “Geceye yenilmeyen her insana ödül olarak bir sabah, bir gündüz ve bir güneş vardır.” Gece gibi karanlık olan zorluklara yenilmeyip mücadele ettiğimizde Rabbimiz bizlere birçok nimet bahşedecektir. Böylece göreceğiz ki karanlık ve şer görünen olaylar hakkımızda birçok hayırlara vesile olacaktır. Rabbimiz ayette şöyle buyuruyor. Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara, 216) Mevlâna hazretleri “İstediğin bir şey olursa bir hayır, olmazsa bin hayır ara.” Demiş. Müslüman başına gelen musibetlere bu pencereden baktığında Allah’a teslimiyeti zor olmayacaktır. Tasavvuf büyüklerimiz bu konuyu derinleştirerek “Celal içre cemal” diye özetlemişlerdir. Konuyu Yunus Emre ile ilgili dergide ele alan bir profesör şöyle demektedir: Tasavvuf ehli olan insanlar dünyada olup biten olayları tespit ve tahlil ederken çoğu zaman cemali ve celali tecelliler tasnifini kullanırlar. Yani olayları iki gruba ayırırlar. Huzur ve mutluluk veren olaylar cemali, sıkıntı ve problem üreten vakalar celali. Yunus Emre’nin meslektaşlarına göre kâinatta ortaya çıkan bütün celali tecelliler aynı zamanda cemali tecellilerdir, içlerinde barındırırlar. Bu tespit şu ayette ifade edilen gerçekle de bağdaştırılabilir. “Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. (Bakara, 216) Profesör, Moğol istilasının ve haçlı seferleri gibi celali tecellilerin olduğu zamanda yunus Emre, Mevlâna gibi tasavvuf büyüklerinin yetişmesini cemali tecelliler olarak örnek vermektedir. Elbette bizler de sürecin sonucunda cemali tecellilerin çok olduğunu göreceğiz. En önemlisi de gelecek nesiller batılın yeryüzüne hâkim olduğu beşerî ideolojilerin insanlara hükmettiği bu çağda “tevhit davası” uğrunda mücadele eden Furkan gönüllülerini dönemin cemali tecellisi olarak göreceklerdir inşallah.
Allah’ın Vereceği Hükme Razıyız
Özetlersek bizim yapmamız gereken Allah’ın emir ve yasaklarına uymak ve onun hakkımızda vereceği her hükme razı olmaktır. Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor. Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır. (Yunus, 109)
Manevî Eksikliklerimiz
Mektubuma başlarken zindanın çok şey kazandırdığını söylemiştim. Bu katkılardan bir tanesi dışardayken önemini anlamadığımız bazı konuların üzerinde daha çok durmamız gerektiğidir. Bu konulardan ilki manevi eksiklerimizdir. Burada manevi konularda çok eksik olduğumu anladım. Özellikle emniyet sürecinde ve cezaevinde olduğum bu süreçte önce Allah’ın yardımı sonra hocamızın yaptığı manevi dersler ve kendisinden öğrendiğimiz nafile ibadetler olmasaydı dayanamazdım. Hocamız bir dersinde “Rabbiyle irtibatı zayıf olanın nefesi kısa olur.” Demişti. Tevhit davası uğrunda mücadele ömür boyu devam edeceği için ayaklarımızın ve kalbimizin bu yolda sabit kalması, Rabbimizle irtibatımızın sağlam olmasına bağlıdır. Peygamberimize inen ilk ayetler bu konu üzerinde durmaktadır. Müzzemmil süresinin ilk ayetlerinde Rabbimiz şöyle buyuruyor “Ey örtüsüne bürünen, Az bir kısmı hariç olmak üzere, geceleyin kalk. (Gecenin) Yarısı kadar. Ya da ondan biraz eksilt. Veya üzerine ilave et. Ve Kur'an'ı belli bir düzen içinde (tertil üzere) oku. Gerçekten senin üzerine 'oldukça ağır' bir söz (vahy) bırakacağız.” (Müzzemmil,1-5) Ağır olan tevhit davasını omuzlamak için maneviyatımızın güçlenmesi lazım. Maneviyatımızın güçlü olması da gece ibadetiyle mümkün olacağını Rabbimiz bu ayetlerle bize bildirmektedir. Mübarek üç aylarda olduğumuz bu zamanlarda gece ibadetine ağırlık vermeli ve Rabbimizle irtibatımızı sağlamlaştırmalıyız.
Herkes Görevini İyi Yapmalı
İkinci konu ise İslam medeniyetinin yeryüzüne hâkim olması için elimizden gelenin daha fazlasını yapmamız gerektiğidir. Burada Batı medeniyetinin toplumumuzu, özellikle gençlerimizi bir canavar misali yiyip bitirdiğini gördüm. Toplumumuza İslam’ı anlatmayıp tevhidi öğretemezsek Batı kültürü daha çok yayılacak, suç oranları artacak ve cezaevlerinin sayısı çoğalacaktır. Buradaki arkadaşlara tevhidi anlattığımızda anlamaya başlıyorlar ve söylediklerimize hak veriyorlar. Bundan dolayı Müslüman, bir davetçi olarak görevini en iyi şekilde yapmaya çalışmalıdır. Hocamız bir dersinde şöyle demişti “Herkes görevini iyi yapmalıdır. Nasıl ki bir çarkın dişlilerinden biri kırıldığında çark dönemez ve duruyorsa çarkın dönmesine vesile olan dişli gibi olan bir Müslüman da görevini yapmadığında çark misali İslam medeniyetinin gelmesi gecikecektir. Hiçbir Müslüman’ın İslam medeniyetinin gelmesini geciktirme hakkı yoktur.”
Mücadele Yolunda Hocamızı Yalnız Bırakmamalıyız
Üçüncü olarak da gece gündüz yoruldum demeden insanların hidayeti ve toplumun ıslahı için mücadele eden hocamızı yalnız bırakmamamız gerektiğidir. Hocamız bizlere tevhidi anlatmayıp elimizden tutmasaydı şu anki haksız hukuksuz tutulduğumuz davadan değil, uyuşturucu cinayet vs. gibi bir adi suçtan dolayı olacaktı. Çünkü kaderimizde cezaevine girmek varsa mutlaka gireceğiz ama nasıl gireceğimiz konusunda tercih bize aittir. Bizim irademizdedir. Tercihimizi hayırlı hizmetler yapma konusunda vesile olan ve ömrünü hayırlı hizmetlere adadığına şahit olduğumuz bir âlimi, bir dava adamını davasında yalnız bırakmayarak yaptık. Bu bir Müslüman olarak vefanın gereğidir. İslam düşmanları bunu yapmamızı istemiyorlar, hocamızı yalnız bırakmamızı istiyorlar. Bundan dolayı da hocamızı susturmak ve yalnız bırakmak istiyorlar. 2018 yılında 30 Ocak operasyonunu yaparak susturmaya çalışmışlardı. Hocamız o dosyaya “Suç dosyası değil, sus dosyası!” diyerek asıl amacın susturulmak olduğunu ifade etmişti. Bugün de benzerini yapıyorlar. Bizleri işkenceyle zindanda korkutarak suç isnat etmeye çalışıyorlar. Herhalde bu dosyaya da “Gasp dosyası değil, Kork dosyası” diyeceğiz. Onlar tuzak kurup iftira atarak korkutsalar da mücadelemize devam etmeli ve hocamızı yürüdüğü bu yolda asla yalnız bırakmamalıyız. Üzerinde daha çok durmamız gereken bu üç önemli hususa belki başka konuları da ekleyebiliriz. Rabbim anlatmaya çalıştığımız bu hususların değerini bilmeyi ve hakkıyla amel etmeyi nasip eylesin
Sebat Edeceğiz, Korkmayacağız
Son olarak şunu söylemek istiyorum: Peygamberimiz şöyle buyuruyor “Sen Allah’ın buyruklarını gözet, Allah da seni gözetip korusun. Sen Allah’ın rızasını her işte önde tut, işte o zaman Allah’ı önünde bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste, yardım dileyeceksen Allah’tan dile. Şunu iyi bil. Bütün insanlar toplanıp sana faydalı olmaya çalışsalar ancak Allah’ın senin için yazdığı faydayı sağlayabilirler. Bütün insanlar sana zarar vermeye kalksalar ancak Allah’ın senin hakkında yazdığı zararı verebilirler çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş ve yazdığı yazılar değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.” (Tirmizi kıyamet 59 Ahmed b Hanbel Müsned) Kaza ve kadere iman etmiş Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ümmeti olarak imanımız gereği sebat edeceğiz. Zalimlerin yaptıklarından ve yapacaklarından korkmayacağız. Peygamberimiz ve ashabın hayatında korkuyu ve geri adım atmayı görmedik, amelleriyle de bunu tüm cihana ispat ettiler. Peygamberimizin Uhud savaşında Ebu Dücane’ye verdiği kılıcın üzerinde “Korkaklıkta ar, ilerlemekte şeref ve itibar var. İnsan korkaklıkla kaderden kurtulamaz.” Yazılıydı. Onlar korkmadılar, ileri atıldılar ve şeref kazandılar. Şerefin neyde olduğunu ve nasıl kazanıldığını bize miras olarak bıraktılar. Ebu Musab bir sözünde “İzzeti talep etmek için çöl sıcağına dayanamayan şeref gölgeliğine oturamaz.” Demiş. Bizler Peygamberimizden, ashabından, geçmiş büyüklerimizden ve bugün hocamızdan izzetin, şerefin tevhit davası uğrunda cesaretle mücadele etmekte olduğunu öğrendik. Onların bize miras bıraktığı cesareti ve mücadeleyi biz de çocuklarımıza miras olarak bırakacağız inşallah.
En güzel son İslam uğrunda mücadele eden takva sahibi müminlerin olacaktır. Rabbimizin yardımıyla güzel günler yakındır. En kısa zamanda, özgürlüğün olduğu güzel günlerde buluşmak ümidiyle sizleri Allah’a emanet ediyorum. Esselamu aleykum ve rahmetullah.
Yusuf TAPAN
Aksaray T Tipi Kapalı CİK
(08.02.2022)