Kullarını gönderdiği kitap ve peygamberlerle terbiye eden Allah’a hamd; hidayetimiz için gece-gündüz mücadele eden ve kısa zamanda dünya devletinin temellerini atan Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e salât-u selam; ümmeti yeniden diriltme gayreti içinde olan tüm kardeşlerime selam olsun.
Ümmetimizi gerileten ve çökerten sebeplerden 4 tanesini ve bunlardan kurtulmanın çarelerini önceki sayılarda anlatmış ve 5. sebebe gelmiştik. Oradan devam edelim:
5- Gerileme ve Çöküş Döneminde Yapılan Eğitim Hataları: Bir millet veya ümmet eğitimde ciddi yanlışlar yapmadığı müddetçe çökmez. Eğitim; verilmesi gereken tüm vitaminleri veren şümullü-kapsamlı bir eğitim oldukça, insanları yanlış hayat tarzı ve yanlış fikirlerden korudukça ve milleti her asırda çıkması gereken düzeye çıkartan bir eğitim oldukça o millet fikrî, ilmî ve manevî gerilemeye düçâr olmaz ve bu sebeplerden çökmez.
Müslümanlar Kur’an’a sadece ibadet ve ahlâk kitabı olarak bakmayı terk edip onu tüm meselelerde istifade edilecek ilahî bir kaynak olarak görselerdi, eğitim metodunu ve stratejisini de Kur’an’dan alacaklar ve eğitim hataları yapmayacaklardı.
İnsanın nasıl bir varlık olduğunu, nefsinin, cin ve insan şeytanlarının ona neler fısıldadığını ve dalâlete nasıl yönlendirdiğini en iyi bilen elbette onu yaratandır. Yükselmek isteyen insanı aşağı doğru çeken bu üç yerçekiminden yani nefis, şeytan ve çevre faktörlerinden kurtulmanın yolunu ve kâmil insana ulaştıracak eğitim esaslarını en iyi bilen elbette ki Allah Azze ve Celle’dir.
Kur’an’da olan her şey, insanı eğitmek ve onu Allah’ın boyasıyla boyamak içindir. İman, ibadet, ahlâk ve cihadla ilgili tüm esaslar ve gündelik hayatla ilgili bağlı kalacağımız tüm hükümler (ahkâm), insanı eğitmek, sapmaktan korumak ve kemâle erdirmek içindir. Rabbin manası da ‘terbiye eden’ değil midir? Allah Azze ve Celle, kullarını gönderdiği kitap ve peygamberle terbiye ettiği için Rabbimizdir. O halde eğitimde nelerin verileceği O’ndan öğrenilmeliydi. Yükselme döneminde öyle oldu ise de gerileme döneminde öyle olmadı ve şu hatalar yapıldı:
1. Tevhid gerçek ve geniş manasıyla öğretilmedi ve tevhid, Allah’ın varlığı ve birliği anlayışına dönüştürüldü. Tevhidi anlatan birçok kitap konuyu hep bu şekilde ele aldı ve kula kulluğu reddeden ve ‘Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalı’ anlayışını vermeyen bir eğitim yapıldı. Tevhidi anlamamış nesiller insan mahsulü ideoloji ve sistemleri kabul ettiler ve bu sistemler bizi bozdu. Bugün de birçok cemaat ve tarikat aynı hatayı yapmaya devam etmekte, ilgilendikleri kimselere ve müntesiplerine Allah’ın varlığını ve birliğini öğretmeye devam etmektedirler. Müslümanlara bunu anlatmanın bir gereği olabilir mi?
Bugün Müslümanlar Allah’ın kanun koyucu sıfatını bilmemekte, Kur’an Medeniyetini isteyeceklerine beşerî sistemlerin peşinden gitmekte ve dünyadaki problemlerin çözümünü bir yalandan ibaret olan demokraside aramaktadırlar. Demokrasilerde Allah’ın ne dediğinin hiçbir önemi olmadığı ve tüm haramlar serbest olduğu halde Müslümanların demokrasiyi savunur hale gelmeleri, cemaatlerin sohbetlerinde tevhidi konuşmamaları ve müntesiplerine öğretmemelerinin sonucudur.
2. Yükseliş döneminde verilen eğitim insanları dünya sevgisinden ve ölüm korkusundan kurtarabildiği ve dünyayı koyması gereken yere koyabilen, şehâdeti arzulayan insanlar yetiştirebildiği halde gerileme ve çöküş döneminde yapılan eğitim bu düzeyde kaliteyi yakalayamamış, dünya sevgisini ve ölüm korkusunu kalplerden atamamıştır. Bugün de aynı hata devam etmekte, genellikle cemaatler dünyaya değil ahirete âşık ve ölümden korkmayıp hakkı söyleyen dava adamları yetiştireceklerine, malı, makamı, rahatı ve yemeği seven insanlar yetiştirmektedirler. Böyle insanlarla bir yere varılamayacağı, bunların kolay günlerin insanları olduğu, zorluklarla karşılaştıklarında ise “Sen ve Rabbin gidin, savaşın. Biz burada oturuyoruz.”1 diyen İsrailoğulları gibi davranacakları açıktır.
3. Yükselme döneminde ilim için uzun seyahatler yapılıp araştırmacı bir eğitim verilirken, gerileme döneminde aktif eğitimden pasif eğitime geçilmiştir. Bu yanlışlık ailede başlamış, anne-babalar çocuklarını geç uyandırmak ya da onlara iş yaptırmayıp kendileri yapmak gibi aile düzeyinde eğitim hataları yaparken medreselerde, düşünmeyi ve araştırmayı öğretmeyip hazırcı ve ezberci bir eğitim vererek insanları tembelleştirdiler. Evet, eğitimde ezber bir yere kadar gereklidir, kaçınılmazdır ama düşünceyi ve araştırma ruhunu öldürmeyecek kadar olmak şartıyla…
Ayrıca eğitimde hocanın konuşması ve talebenin dinlemesi esas olsa bile mutlaka talebe de konuşturulmalı ve konunun içine çekilerek ilmî ve fikrî mevzular sevdirilmeli, talebeye ilmî münazara yapabilme kabiliyeti kazandırılmalı, öğrendiğini ortaya koyabilme imkânı verilmelidir. Bu, ilmi sevdirdiği gibi talebeye öğrendiği davayı tebliğ etme ruhunu da kazandıracaktır. Aksi halde konuşmayan ve hep dinleyen insan bir müddet sonra sıkılacak, tembel ve pasif bir insana dönüşecektir. Bu gün bu hata birçok medrese ve cemaatte devam etmektedir. O yüzden tebliğ ve dava ruhu zayıf; ilmî ve fikrî heyecan düşüktür.
4. Eğitim; muhabbet duyulması gerekenlere yani Allah’a, Rasulü’ne, davaya ve Müslümanlara muhabbet; nefret edilmesi gerekenlere yani şeytana, kâfirlere ve zalimlere nefret vermelidir. İman, muhabbet ve nefrettir. Sadece muhabbet veya sadece nefret veren eğitimler kusurlu nesiller ortaya çıkaracaktır. Gerileme ve çöküş döneminde ne muhabbet ne de nefret hakkıyla verilebildi. Bunlar verilebilseydi Allah’tan ve O’nun nizamından uzaklaşılıp kâfirlere ve onların nizamlarına yaklaşılır mıydı? Bu durumdan bugün de gereken ders alınmamış ve bu iki duyguyu gereği kadarıyla verecek eğitim programları hazırlanmamıştır.
Bugün bir kısım Müslümanlar Allah’ı ve davasını anlamadan ve sevmeden Allah taraftarı olmakta ve sadece nefret etmekte, bir kısım Müslümanlar da Allah’tan daha merhametli ve hoşgörülü olmaya kalkmakta, kâfirlerden nefret etmeyi yanlış görmekte, Müslüman kardeşlerinden çok kâfirlerle diyalog halinde bulunmaktadır. Dünyanın her tarafında Müslümanlar koyun gibi kesilirken, namusları kirletilirken, ülkeleri yakılıp-yıkılırken hoşgörünün dozunu kaçırmış bu Müslümanlar bunları yapan zalimlere ‘Ey zalim!’ bile dememekte ve onların aleyhinde bir kelime dahi konuşamamaktadırlar. İslamî bir hareket olamayanlar hümanist bir harekete dönüşmüşlerdir.
Kur’an dikkatle okunduğunda bu ilahî kitabın bir ‘kavgasının’ olduğu, Allah Azze ve Celle’nin ve peygamberlerinin kâfirlerle mücadele halinde olduğu, onlara meydan okuduğu, onlardan nefret edildiği ve onlara azap edilip intikam alındığı görülecektir. Muhabbet ve nefret insanı harekete geçiren iki muharriktir ve Müslüman’ın bu iki duyguya da ihtiyacı vardır. O halde bu duygular yanlış eğitim programlarıyla törpülenmemelidir. Nefret duygusu birçok Müslüman’ı harekete geçirebilecek ve meşrû yollarla Allah Azze ve Celle için cihad ve hizmet yapmasını sağlayabilecekken, bu saçma-sapan ve dünya gerçeklerine aykırı hümanist yaklaşımlar bizi bu muharrikten mahrum etmektedir.
Bu kadar zulme uğrayıp bu kadar şehit verenler, namusları kirletilen ve sömürülenler bu nefreti kullanabilir ve onu kinetik enerjiye çevirebilir, insanları uyandırabilir ve harekete geçirebilirken bunu yapmamaları büyük bir imkânı kullanmamak değil midir? İslam dünyasında hümanizm söylemleri demokrasi gibi koca bir yalandır ve düşmanın bize oyunudur.
Şunu da belirtelim ki elbette muhabbetin de nefretin de bir ölçüye ihtiyacı vardır ve bu ölçü Kur’an ve sünnettir. Ne Allah ve Rasulü’nden daha fazla hoşgörülü olup nefreti lügatimizden sileceğiz, ne de Allah ve Rasulü’nden daha fazla nefret dolu olup hoşgörü ve merhameti defterimizden sileceğiz. Her iki hata da istediğimiz neslin çıkmasına engel olmaktadır.
5. Gerileme döneminde eğitim, biraz inanç, biraz ibadet, biraz ahlâk, biraz da fıkhî meseleleri öğretmeye dönüşmüş, ruh kaybedilmiş, dinin davası unutulmuş, cihad dendiği zaman artık sadece nefisle cihad anlaşılmaya başlanmıştır. Bu dinin yeryüzüne hükmetmek ve bir medeniyet kurmak için geldiği unutulmuş, mistik bir din anlayışı yayılmış ve din, Allah Azze ve Celle’nin yerleştirdiği o dinamizmi kaybetmiştir. Bunun sonucunda ümmet pasifleşmiş ve çökmüştür. Hâlbuki Allah-u Teâlâ; “Müşrikler istemese de o dini (İslam’ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O’dur”2 buyurarak dinin bütün dinlere üstün gelmek ve hâkimiyeti ele geçirmek için gönderildiğini ifade etmiştir. Bu, İslam’ın mistik değil dinamik bir din olduğunun delilidir. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem de; “Ben insanlarla Allah’tan başka ilahın olmadığına, benim de onun kulu ve Rasulü olduğuma şehadet edip, namaz kılıp, zekat verene kadar savaşmakla emrolundum”3 buyurarak aynı gerçeği ifade etmiştir.
Bugün de aynı hataya devam edenler ve dini, ibadet ve âdap dinine çevirenler ne kadar da çoktur! Bu insanların bir ‘kavgası’ yoktur ve onlar yaptıkları ibadetle ve âdap bilen insanlar olmakla ne kadar da mutludurlar! Bu, ılımlı hale getirilmiş, dönüştürülmüş ve batı medeniyetini kabul etmiş, mücadele zahmetine katlanmayan hatta mücadeleyi yanlış bulan Müslümanlar, yaptıkları bu ibadet ve âdaplarıyla kâfirin istediği insan tipini meydana getirmektedirler. İbadetini yapan, çalışkan, ahlâklı ama mücadele ruhu olmayan, küfre ve zulme muhalefet etmeyen ve kullanılan Müslüman…
6. Eğitimin yaygınlaştırılmamış olması, toplumun çok az bir kesiminin eğitim görüp diğerlerinin bundan mahrum olması ve eğitimin kısa olması ümmetin gerilemesinde önemli bir sebep olmuştur. Eğitim, talebenin kendi başına gelişimini sürdürebileceği düzeye ve yaşa gelmesine kadar sürmelidir. Aksi halde erken biten eğitimin sonucunda talebenin gelişimi duracaktır. Yaygınlaştırılmamış ve kısa süreli eğitimler istediğimiz toplumun ve gerektiği sayıda insanın yetişmemesine sebep olmuştur.
Konuya devam etmek dileğiyle… Allah’a emanet olun.
1. Maide 24
2. Tevbe 33
3. Buhari ve Müslim