Hamd; kitabıyla bize yükselmenin yolunu gösteren Allah’a, salât-u selam; Allah’ın gösterdiği metodu takip edip kısa zamanda büyük zaferlere imza atan Allah’ın Rasulü (s.a.v.)’ne, selam; o Rasul’ün sahabesine ve ümmetin derdiyle dertlenen tüm kardeşlerime olsun. Bir önceki sayıda ümmetin ne olduğunu, görevini, ümmet olmanın şartlarını, ümmet olmanın faydalarını, ümmeti kaybedince neleri kaybettiğimizi anlatmıştım. Geçen sayıda da ümmetimizin nasıl bu hale geldiğini, toplumlarla ilgili Allah’ın yasalarının yani Sünnetullah’ın olduğunu, bunları tespit etmemizin zorunlu olduğu üzerinde durmuş ve bu sayıda da çöküşümüzün sebepleri üzerinde duracağımızı, bununla ilgili ilahî yasalara temas edeceğimizi belirtmiştim. Konuya öncelikle çöküşümüzün sebeplerinin neler olmadığını açıklayarak başlamak istiyorum. Kur’an-ı Kerim Âraf1 ve Yunus2 sûrelerinde; “Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler (tam zamanında çökerler)” buyurur. Âyet, ümmetlerin ölümünün insanların ölümleri gibi kaçınılmaz olduğunu, ümmetin ölümden kurtulmasının bir çaresi olmadığını değil, ekseriyetle ümmetlerin kendilerini ölüme götürecek hatalar yapacağını ve geçmiş ümmetlerden ders almayacağını ifade etmektedir. Yani insanlar hata yapmasa da, hastalanmasa da ölürler. Ama ümmetler hata yapmadığında ve yaşlanmaya karşı önlemler aldığında ölmeyebilirler. Yani ümmetleri ölüme götüren sebepler tabii değil mikrobiktir. Mikroplardan korunursa ya da mikrop bulaştığında hemen gerekli tedaviler yapılırsa kıyamete kadar ölmeyebilir. İslam ümmetini yaşatma ve yeniden inşa etme mücadelesini verenlerin ümmeti yatağa düşüren hastalıkları ve bu hastalıkların sebeplerini doğru olarak tespit etmeleri zorunludur. Aksi halde bütün gayretlerimiz, harcadığımız paralar ve yıllar boşa gidecek ve ümmetimiz bu hastalıktan, bu ezilmişlikten ve bu zulümlerden kurtulamayacaktır. Dünyada kendisine verilen görevi, insanlığa lider olma, insanları kula kulluktan kurtarma ve medeniyetin yolunu göstermeyi gerçekleştiremeyecektir. Hastalığın sebeplerini tespit ederken sebep ile a’razın (belirti) farkını bilmek zorundayız. Sebepler mikrop veya virüs gibi gizlidir, görünmezler. Tespit etmek ciddi bir tahlil ile mümkün olabilir. Ama a’razlar açıktır. Ciddi bir tahlil yapmadan anlaşılabilirler. Tıpkı bir hastayı yatağa düşüren mikrop veya virüsü ancak uzmanlar tahlil ile anlayabilirken o hastalığın a’razını yani belirtisini ise herkes görebilir ve onu sebep zanneder. Hastanın ateşinin yüksek olması gibi… Hâlbuki ateşin yüksekliği bir belirti ve bir sonuçtur, sebep değildir. Sebep gizlidir ve ancak ilmî tahliller sonucu ortaya çıkarılabilecektir. Bu tahlilleri yapıp ona göre gerçek tedaviyi uygulamayı göze alamayanlar veya yapacak uzmanları olmayanlar veya o uzmanlara başvurmayı gurur meselesi yapanlar hiçbir zaman gerçek sebebi bulamayacak ve elini yüzünü yıkamakla ateşi düşürebileceğini ve hastalığı iyileştirebileceğini zannedeceklerdir. İçimizden bazılarının ümmetin bu hale gelmesinin gerçek sebebi olarak geri kalmışlığımızı; bilime önem vermemiş oluşumuzu görmeleri gibi… Hâlbuki önceleri bilimde en ileride olan bizdik. O halde önceleri bizi her alanda ilerleten bir şey vardı ve sonra onu kaybetmiş olmalıyız. Onu kaybedince bilimde de geri kalmış olmalıyız. Bilimde geri kalmak bir sebep değil, bir sonuç. Sebebi bulmalıyız. Gerçek sebebi bulamayanlar gerçek çözümü de bulamayacak, yanlış çözümler geliştirecek, başkaları tarafından yanlış istikametlere sevk edilecek, enerjilerini, paralarını ve zamanlarını israf edeceklerdir. Kurtuluşumuz için bilim adamı yetiştirmemiz lazım diyecekler, İslamî ilimleri ve medreseleri ihmal edip okul açmaya ve fen ilimlerine önem vereceklerdir. Yanlış teşhis yanlış tedaviye götürecektir. Hâlbuki bilim adamları topluma yön veremezler, topluma yön verecek olan aydınlar ve âlimlerdir. Bize lazım olan ise aydın ve âlim vasfının ikisini de kazanmış aydın âlimlerdir. Maddeyi inceleyen müspet ilimleri tahsil etmiş, dünya siyasetini ve toplum psikolojisini de bilen, aynı zamanda İslamî ilimlerde uzmanlaşmış kadrolardır. Bizi yatağa düşüren mikropları müspet ilimlerle gelişmiş ama her olaya Kur’an perspektifinden ve Kur’an mikroskobu ile bakabilen akıl ve kalp sahipleri tespit edebilirler. Bazılarımız da ümmetin bu hale gelmesinin sebebi olarak; fakir kalışımızı görmekte ve Müslümanlar zenginleşmeli demektedir. Hâlbuki önceleri dünyanın en zengin devleti idik. O halde ne oldu da fakirleştik. Başka bir sebep olmalı. Hangi peygamber toplumun kurtuluşu için zengin olmayı çözüm olarak önermiş ve onlara holdingler kurmayı tavsiye etmiştir? Tam tersine peygamberler zühdü ve takvayı tavsiye etmiş, zenginliğin ve dünya sevgisinin toplumları bozduğuna işaret etmişlerdir. Çözüm olarak zenginleşmeyi görenler, bizi öldürecek mikrobu bize şırınga etmek istemektedirler. Yani zehri ilaç zannetmektedirler. Bu mikrobun Müslümanları ne kadar bozduğunu anlamıyor ve görmek istemiyorlar. Çünkü nefisleri zengin olmak istemektedir. Bunu bilen İslam düşmanları onları dünyevîleştirerek pasifize etmenin ve bâtıl düzenlerin yanına çekmenin mümkün olduğunu gördüler ve önlerini açtılar. Müslümanlar zenginleştikçe daha çok bozuldular, davalarını unuttular, karşı oldukları sistemleri ve beşerî ideolojileri savunur hale geldiler. Yani dönüştürüldüler. Bu Müslümanlar zenginlikleriyle mutlu olurken, onları dünyevileştiren ve önlerini açan güçler maddeye köle ve sisteme taraftar hale gelen bu ılımlı ve dönüştürülmüş Müslümanlara bakıp bakıp gülmektedirler. İşte yanlış teşhisin ve yanlış tedavinin sonucu… Ilımlı, liberal ve laik yani dönüştürülmüş Müslümanlar… O halde Müslümanlar fakir mi kalmalıdır? Söylenen tabi ki bu değildir. Söylenen, eğitilmemiş Müslümanların zenginliğe değil eğitime ihtiyaçlarının olduğudur. Söylenen sıralamada hata yapıldığıdır. Zenginlik; eğitilmiş insanlar için bile riskli ve kaygan bir yol iken nasıl olur da eğitilmemiş insanlar bu yola itilir? Bunun vebalinin altından nasıl kalkılır? Eğitimin yanında zenginleşen Müslümanın ayağının kaymasını engelleyecek bir cemaatin olması da gerekirdi. Yoğun ibadet döneminden geçirilmiş, ibadet kendisine sevdirilmiş de olmalıydı. Çünkü karlı yolda giden aracın bir zincire ihtiyacı olduğu gibi kaygan zeminde ilerleyen bir Müslümanın da zincire ihtiyacı vardır ve insanı kaymaktan kurtaracak zincir üç şeydir: 1- İlim, 2-İbadet, 3-Cemaat. Bu önlemlerin hiçbirini almadan insanları kaygan yollara sürdüler ve bozulmalarına sebep oldular. Bir kısmımız da ümmetimizin çöküşünün ve dağılmasının sebebi olarak kendince uydurma kabul ettiği hadisleri gördü. Hiçbir ilmî ehliyeti olmadığı ve muhaddis olmadığı halde, kendi küçük aklına uymayan hadisleri inkâr yolunu tuttu. Bu hadisler Buhâri ve Müslim gibi en önemli iki hadis kaynağında geçse de, bütün muhaddisler sahih demiş olsa da… Böylece ümmeti bu uydurma hadislerden kurtaracak, doğru bir Kur’anî anlayışa kavuşturacak ve dolayısıyla ümmet kurtulacaktı. Böyle düşünen ve mikrobu bulduğunu zanneden zavallı Müslüman, kaş yaparken göz çıkardığının farkında değildi. Bunun farkında olmadığı gibi 1200 sene bu hadislerle nasıl başarılı olduğumuzu, dünya devleti kurduğumuzu da düşünmüyordu. O sadece Kur’an’ı doğru bir şekilde anlamanın yolunu arıyordu. Hâlbuki sünnet ya da hadisler Kur’an’ı doğru anlamamız için gerekli ve zaruri idi. Kur’an’ı anlamamızı istemeyenler hadisler hakkında şüpheler uyandıracak ve bunları inkârı, ümmetin kurtuluşu için tek çare olarak gösterecektir. Bu bir tuzaktır. Gerçek sebebi ve çözüm yolunu bulmamızı istemeyenler önümüze başka sebepler ve çözüm yolları koymaktadırlar. Bununla; 1- Kur’an’ın anlaşılmasını engellemekte ve hadisler olmayınca Kur’an’a istedikleri manaları yükleyebilmekte, 2- Aramızda tartışmalar ve ayrılıklar çıkartmakta, 3- Bunlarla bizi meşgul etmekte ve zaman kaybettirmekte, 4- Her şeyden şüphe eden bir insan tipi meydana getirmekte, 5- Mikrobu bulduğumuzu zannettirip hakiki mikrobu ve gerçek ilacını bulmamızı engellemektedirler. İçimizden kimileri de ümmetin bu duruma gelmesinde en önemli sebebin mezhepler olduğunu, mezheplerin varlığının fikri ve düşünceyi dondurduğunu, ictihad kapısının açılması gerektiğini, bir mezhebe bağlılığın o mezhebi din haline getirmek olduğunu iddia ettiler. Bunlar da hadis inkârcıları gibi güya Müslümanları harekete geçirmek, ümmeti donukluktan ve hareketsizlikten kurtarmak istiyorlardı. Ümmetin geçmişini düşünmeden böyle konuşuyorlardı. Mezhepler, Efendimizden hemen sonra başlamış, en büyükleri olan dört büyük mezhep ise Allah Rasulü (s.a.v.)’den yaklaşık 150-200 sene sonra oluşmuştu. O günden sonra Müslümanlar yükseldi mi, geriledi mi? Müslümanlar bu mezhepler sayesinde İslamî ilimlerde ilerlemiş, ilmî bir disipline kavuşmuş, fikir ve düşünce gelişmiş, ümmet sapmaktan ve sapık fırkalardan kurtulmuş ve mezhepler on binlerce ilmî meseleyi hallederek Müslümanları bunlarla uğraşmaktan kurtarmış ve ümmet müspet ilimlerle ve cihad ile uğraşmaya daha çok vakit bulabilmişti. Bu gün mezhepleri inkâr ve red ettirmeye, insanları mezhepsiz hale getirmeye çalışanlar, ictihad kapısını açalım diyenler, ictihad edebilecek insanlar yetiştirdiler de onların ictihad etmesine engel olanlar mı oldu? Müctehid olan ictihad eder, kimseden de izin almaz. Müctehidler yetiştirmeden “ictihad edelim, ictihad kapısını açalım” demek ictihad gibi yüksek seviyeli bir ilmî faaliyeti cahillerin eline bırakmak İslam’ı ve Müslümanları bozmaz mı? Hem bugün müctehidler olsaydı bile laikliği benimsemiş hangi devlet onların fetva ve ictihadlarını dikkate alırdı ki? Ayrıca bugün Müslümanlar Kur’an ve sünnette açıkça belirlenmiş ve ictihada gerek olmayan meselelerde bile ne kadar İslam’a uymaktadırlar? Her şeyimiz tamam da müctehidlerimiz mi eksik? “Mezheplere uymayalım, herkes kendisi meseleleri Kur’an ve sünnetten araştırsın ve tercihte bulunsun” diyenler herkesin böyle bir ilmî seviyede olmadığını ve olamayacağını bilmiyorlar mı? Bu söylenilen ilim adamları için bile doğru olmaz. Çünkü bu, herkesten Amerika’yı yeniden ve bir kere de kendisinin keşfetmesini istemektir. Böyle düşünenler neden her konuda o işin uzmanına başvuruyorlar da İslamî hükümler konusunda bu işi herkesin yapabileceğini ve yapması gerektiğini söylüyorlar? Neden herkese aynı şeyleri bir kez de sen araştır diyorlar? İslam düşmanları bununla; 1- Mezheplerden kurtulmak ve İslam’ı bozmak istemektedirler. Çünkü mezhepler onların İslam’ı değiştirme ve bozma gayretleri önündeki en büyük engellerden biridir. Mezhepler ilmî bir disiplin sağlamakta, herkesin kendi kafasına göre davranmasını ve konuşmasını engellemektedir ve bu şekilde din bozulmadan devam etmektedir. 2- Müslümanlar arasında fıkhî tartışmalar başlatmak ve bölmek, 3- Şeytanın sağdan yaklaşması gibi bize sağdan yaklaşıp ilmî meselelerle meşgul etmek ve zaman kaybettirmek, 4- Her şeyi bildiğini zanneden kibirli, cahil, edep yoksunu, bilmediği konularda konuşmaktan çekinmeyen ve her konuda ‘bence’ diye başlayıp tartışan tipler meydana getirmek, 5- Ümmetin çöküşünün sebeplerini ve dirilişimizin çözüm yollarını arayan samimi kimseleri de gerçek dışı sebeplerle meşgul etmek, gerçek sebebi ve çözüm yolunu bulmasını engellemek istemektedirler. Gelecek sayıda ümmetimizin çöküşüne sebep olan gerçek sebepleri yazmaya başlamak temennisiyle... Allah’a emanet olunuz.
1- Araf, 34 2- Yunus, 49