25 Tem 2018

01.04.2018 Bolu Cezaevi

ZİNDANDAN DAVA ARKADAŞLARIMA

Not: Bu mektup iki ay boyunca, Bolu İnfaz Hâkimliği ve Cezaevi Savcılığında incelemeden geçmesi sebebiyle bekletildiği için elimize yeni ulaştı.

Kıymetli kardeşlerim! İki aydır ayrıyız. Bedenim Bolu’da yüksek duvarların arkasında ve demir parmaklıkların gerisinde olsa da kalbim dostlarımın ve dava arkadaşlarımın yanında. Yanlış hatırlamıyorsam en son mektubu 1993’te Mısır’dan yazmıştım. Yani 25 yıldır mektup yazmıyordum hatta mektubun devri geçti gibi düşünüyordum. Meğer hapishanedekiler için geçmemiş. Çünkü burada birinci derece akrabalarımız dışında hiç kimse ile telefonla bile görüşme imkânınız yok. Geriye bir tek mektupla haberleşme imkânı kalmaktadır.

Yapmamış olsanız da birçoğunuz halveti ya biliyordur ya da duymuştur. Halvet 40 gün bir kenara çekilip ibadet ve zikirle meşgul olmak ve Allah’a yaklaşma gayretidir. Son zamanlarda bende de böyle bir istek meydana gelmişti. Hatta “bir kaç ay bir kenara çekilsem, okusam, düşünsem ve tazelensem” diyordum. Sonra da “bu nasıl olacak ki, bu ancak hapse girmekle olur, birkaç aylığına hapse mi girsem, ne yapsam” diye eşimle şakalaşmıştım. Eşim de “Allah korusun” demişti. Allahu Teâlâ önce kalbimi hazırladı sonra da beni mecburi halvete girdirdi. Dava adamlarının halveti hapishanede olur. Tarikat ehli hiç bir stres ve üzüntü yaşamadan, zalimlerle mücadele etmeden bir kenara çekilerek huzur içinde halvete girerken dava adamları stres, üzüntü ve mücadele ile dolu bir halvet yaşarlar. Üstaz Bediüzzaman da ömrünün sonlarına doğru bir mağaraya çekilip ibadetle meşgul olmak isteyince Allah Azze ve Celle ona daha hayırlısını nasip etmiş ve hapse atılmasını takdir etmişti.

Böylece hem daha çok sevap kazanmış hem de mağaranın zorluklarından kurtulmuştu. Bir yönüyle hapishanenin zorlukları mağaranın zorluklarından fazla ise de hiç olmazsa Allah yolunda ve Allah için hapse girdiyseniz sevabı da fazladır. Allah yolunda hapse girmek camide itikâfa girmekten belki on belki yüz kat daha üstündür. Bu sevap, sabrınızın ve şükrünüzün derecesine ve hapishane ortamının zorluklarına göre değişir. Allah yolunda hapse girenlerin hapishanedeki her saniyeleri hatta uykuları bile ibadet hükmündedir. İtikâfta olduğu gibi. Yeter ki hapse girmenizi gerektirecek bir suçunuz ve günahınız olmasın. Bana bir nevi işkence etmek için beni bir koğuşa tek başıma koyanlar dünya ve insanlarla irtibatımı kestiler ama Rabbimle irtibatımı kesemediler hatta daha da kuvvetlendirdiler. Zindanda tekim ama yalnız değilim. Allah’a yaklaşanlar zafere yaklaşmış olurlar. Çünkü zafer Allah’tandır.

Birçoğunuzun ilk haftalardan itibaren benden bir mesaj beklediğinizi biliyorum. Ancak elimde olmadan bu mümkün olmuyordu. Bırakın yazmayı, yazmayı düşünmek bile bana çok sıkıntı veriyordu. Sadece okumak, düşünmek, ibadet ve zikir yapmak istiyordum. Sonra bir gün bu halimin halvetten kaynaklandığını anladım. Hesap ettim, halvet halimin yani gözaltına alınışımdan itibaren 37-38 gün geçtiğini fark ettim. Herhalde 40 gün dolunca bu durum değişecek diye düşündüm. Gerçekten de öyle oldu. Özellikle tutuklandığımdan itibaren 40 gün geçince yazmak daha kolaylaştı.

Öncelikle biz Adana’da Emniyet nezarethanesindeyken 10 gün boyunca dışarıda adeta nöbet tutan, bize yapılanı protesto ettiğini ve bize olan desteğini gösteren binlerce kardeşime teşekkür ediyorum. Özellikle başka il ve ilçelerden gelen hatta yurtdışından gelen kardeşlerime teşekkür ediyorum. Biz içeride sevap kazanırken siz dışarıda bizden çok sevap kazanmışsınız. Ayrıca mahkeme günü başka il ve ilçelerden gelenleri Adana’ya girdirmemeye çalışmalarının da hukuksuz olduğunu belirtmek istiyorum. “Hukuk mu kaldı ki” diyeceksiniz, haklısınız kalmadı. Onlar hukuksuz davransalar da arkadaşlarımız hem taşkınlık yapmadı hem de cesaret ve dik duruşlarını gösterdi. Umarım herkese örnek oluruz.

Bu olayda görülüyor ki; kanun tutuklu yargılamayı sadece ‘sanığın kaçma ihtimali olduğunda’ veya ‘delilleri karartma ihtimali olduğunda ihtiyati bir tedbir’ olarak görürken şartları gerçekleşmediği halde hâkimler tutuklama kararı veriyor. Ayrıca tutuklu yargılama “katalog suçları” denilen 15 suç için söz konusu olduğu halde ve bize isnat edilen suçlar bunlardan olmadığı halde tutuklama kararı veriliyor.

Ayrıca tutuklanmamızda gerekçe olarak gösterilen “terör örgütü propagandası yapmak” -Allah terör propagandası yapmaktan bizi korusun- televizyon, üç arkadaşı ile görüşme, kütüphaneye gitme ve cezaevinde bir arkadaş grubuna katılma, haftada bir telefon açma, ailesiyle ayda bir açık görüş yapma gibi haklarının elinden alınmasını gerektirmiyor. Ama bütün bu haklar bana verilmiyor. Kaç defa dilekçe ile başvurduğum halde cevap verilmedi. Bazıları ‘emir Adalet Bakanlığındandır’ derken bazıları ‘cezaevi yönetiminden olabileceğini’ söylüyor. Bilemiyorum kıyamet günü her şey ortaya çıkacaktır.

Meselenin bir diğer yönü, bu haklar anasını babasını öldürenlere, kendi kardeşinin namusunu kirleten alçaklara, esrar- eroin satanlara, hırsızlık yapanlara bile verilmekte ama bana verilmemektedir. Hem de bir koğuşta tek başıma tutulduğum halde. Meğer ben Kur’an’ın mesajını anlatmakla, yapılan yanlışları -İslam’a ve Müslümanlara zarar verecekse- tenkit etmekle ne büyük bir cürüm işlemişim!

Ben “hakkı saklamanın ve haksızlıklar karşısında susmanın” bedelini ahirette ödemektense “hakkı söylemenin ve haksızlıklar karşısında susmamanın” bedelini bu dünyada ödemeye razıyım.  “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” cümlesini tekrarlayıp işin edebiyatını yapanlar sonra da tüm haksızlıklara karşı sessiz kalanlar bunun bedelini ahirette ödeyeceklerdir. O da onların tercihi, kendileri bilir. Hangi bedel daha zor ve hangi bedel daha şerefli? Ahirete iman edenler için mesele açık. “Haksızlık karşısında susanlar dilsiz şeytan” olduğuna göre o zaman bu memlekette “şeytanlaşmış” olanların çok arttığını söylemek mümkün. Böyle bir toplum Allah’ın azabını beklemeli. Hadislerde Efendimiz “İyiliği emretmeyen, kötülükleri engellemeyen toplumlara Allah’ın azap edeceğini” haber vermektedir.

Bütün yanlışlara karşı susanlar bize yapılan zulme karşı da sustular. Müslümanlar adaletten ve İslam’ın menfaatlerinden çok partilerinin menfaatini düşünüyorlar. Bu halleriyle İslam’ı bilmeyen insanları İslam’dan nefret ettiriyorlar ve İslam’ı kötü temsil ediyorlar. Yazıklar olsun.

Beni ve arkadaşlarımı tutuklamalarının gerçek sebebinin ne “terör örgütü propagandası” yapmak ne de “nitelikli dolandırıcılık” olmadığını hepiniz biliyorsunuz. Gerçek sebebin Tevhidi anlatıyor olmamız ve İslam’a ya da Müslümanlara zarar gelecek konularda yetkilileri eleştiriyor olmamız olduğunu da biliyorsunuz. Aslında bunu sadece siz değil açıklamalarımı takip eden yüzbinlerce insan da biliyor. Bazı videolarımızı 500 binden fazla kişi bazılarını ise 1 milyondan fazla insan izliyordu. İşte bu durum yetkilileri rahatsız ediyordu. Daha fazla dayanamadılar ve 5 dava birden başlattılar.

Bu iftiraları atanlar, bütün silahlı terör örgütlerinin aleyhinde yıllardan beri yaptığım birçok konuşmalar olduğunu hatta DAİŞ’in bu yüzden beni ölümle tehdit ettiğini de biliyorlar. Hem de bir değil, iki değil tam dört defa emniyetten gelip “Hocam, size DAİŞ’ten ölüm tehdidi var, koruma ister misiniz?” dedikleri halde. Diğer örgütlerle ilgili yaptığım eleştiriler de hepsi meydanda.

Yıllardan beri mertçe mücadele ederek susturamayınca alçakça iftiralarla zindana gönderdiler. Hani ben her zaman konuşmalarımın başını-sonunu kırpıp ortasından bir cümle alıp manayı bozan alçaklar ile ilgili “benim düşmanlarım namert çıktı” diyordum ya işte bir kez daha namertliklerini ispatladılar.

Toplumların en değerli insanları, milletinin hayrına gördüğü düşünceleri hükümdarlardan korkmadan söyleyenlerdir. En değerli insanlarını hapse atan devletler ve toplumlar iflah olmazlar. Bu iftirayı atanlar şu soruların cevabını vermelidirler: Terör örgütlerine üye olmayanlar onların propagandasını yapar mı? Bir insan birden fazla ve birbirine düşman terör örgütüne üye olabilir mi? Terör örgütleri böyle birini yaşatır mı?

“Nitelikli dolandırıcılık” meselesine gelince; vakfın parası vakfın kasasından çıktığı halde sanki evlerimizdeki ayakkabı kutularından çıkmış gibi dolandırıcılıkla suçlanmamız hangi vicdana sığar? Şerefli insanlar için bu iftira öldürülmekten beter. Hz Yusuf AleyhisSelam’ın namusuna atılan iftira ona âşık olan bir kadının nefsine uymasından ibaretti ve itibarsızlaştırmak gibi siyasi bir maksat taşımıyordu. Bize atılan bu iftira ise siyasi bir maksat taşıyor ve itibarsızlaştırmak için yapılıyor. Hz Yusuf’u temize çıkaran Rabbim inşallah bizi de temize çıkaracaktır.

Her şeyi bilen Rabbim benim bugüne kadar ne vakıftan ne de bir arkadaştan bir kuruş almadığımı hatta borç bile almadığımı biliyor. Birinden hibe ya da borç almışsam çıksın söylesin. Vakfın eski ve yeni başkanına ve muhasebecisine sorulsun; benim elime hiç para değer mi, hiç para görür müyüm? Bana sadece bilgi verilir o kadar. Yakın akrabalarım da yakın arkadaşlarım da bilirler; annemle oturduğumu, babamdan kalanla geçindiğimi, iktisat ile yaşadığımı, kimi 20, kimi 30, kimi 40- 50 yıllık eşyalar kullandığımı, kimi 5 kimi 10 kimi 20- 25 yıllık elbiseleri giydiğimi, 3- 4 yıllık ayakkabı ile gezdiğimi… Bu alçakça iftira olmasaydı bunları açıklamak istemezdim. Beni bu açıklamaya mecbur edenler utansın. İsteseydim birçok kimseden fazla para kazanabilirdim, (mesleğim açısından) buna imkânım vardı. Ben dünyayı değil ahireti tercih ettim. Hayatımı, hayatı verene adadım. Çok şükür O da beni kimseye muhtaç etmedi.

Yaptığım faaliyetlerden, tevhidi anlatmamdan, onları eleştirmemden, mazlumların hakkını savunmamdan… rahatsız olabilirler. Atacaklarsa bunlardan dolayı hapse atsalardı. Neden bu iftiraları attılar? Ömrüm Kur’an’ın mesajını anlatmakla geçti. Neden bana bunu yapıyorlar? Ben onları eleştirdim ama onlara hiç iftira atmadım. Neden mertçe davranmıyorlar? Mekke’nin müşrikleri bile Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e böyle iftira atmamışlardı. Şair, kâhin, sihirbaz, mecnun demişlerdi ama ‘dini kullanarak menfaat temin etmeye çalışıyorsun’ dememişlerdi. Çünkü Efendimizin hayatı meydandaydı. Benim de hayatım meydanda, neden bunu yaptılar?

Alçakça iftiralarla beni zindana gönderenler bilsinler ki bu yaptıklarıyla beni Allah’a yaklaştırırken kendilerini Allah’tan büsbütün uzaklaştırdılar. Benim sevabımı artırırken kendi günahlarını çoğalttılar. Sadece beni değil yaklaşık 25 kişiyi bu şekilde itham ediyorlar. Hâlbuki bu insanların bir kısmı daha birkaç aydır gelip gitmeye başlamış kimseler. Vakıf Başkanı ve muhasibi dışında diğerleri parayı ne bilir ne görürler. Mahkeme sürecinde her şey ortaya çıkar da hapis cezası almazsam diye korktular ve cezayı peşin verdiler, verdirdiler. Yargısız infaz yapıyorlar. Mahkeme-i Kübra’da görüşeceğiz. Bu iftirayı atanları ne bu dünyada ne ahirette affetmeyeceğim.

Allah’a küfredenlere, İslam’a saldıranlara bile yapmadıklarını kendilerini tenkit edenlere yapıyorlar. Bunun manası şu; birçok insanın gözünde ideolojisi veya dini kendisi kadar kıymetli değil. İşte Müslümanlığımızın kalitesi…

Bu zulmü yapanların maksadı ve neden yaptıkları belli… Peki, bu zulme Allah neden müsaade etti? Meseleye bir de hikmet penceresinden bakalım; hikmetleri çok fazla. İşte onlardan bazıları:

  1. Manevi gelişim senesinde maneviyatlarımızı güçlendirmek. Çünkü musibetler insanları Allah’a yaklaştırır.
  2. İmanlarımızın tazelenmesi
  3. Sevap kazanmak
  4. Günahlarımızın bağışlanması
  5. Sabrımızın artması
  6. Azmimizin artması
  7. İradelerimizin güçlenmesi
  8. Cesaretimizin artması
  9. Musibetlere hazır hale gelmemiz
  10. Elmaslarla kömürlerin, sadıklarla hainlerin, cesurlarla korkakların birbirinden ayrılması
  11. Eksiklerimizi görmek
  12. Acizliğimizi anlamak
  13. Allah’a ve Müslümanlara samimiyetimizi ispat etmek
  14. Dünya sevgisinden kurtulmak
  15. Olgunlaşmanın gerçekleşmesi
  16. Birbirimize daha çok kenetlenmek
  17. Davamızı duymayanların duyması, tanımayanların tanıması
  18. Tembellerimizin gayrete gelmesi
  19. Çocukların merhalelerle yetiştirilmesi gibi bizim de merhaleler ile yetiştirilmemiz
  20. İnşallah yakında verilecek nimetlere hazırlık ve onların bedelini peşin olarak ödemiş olmamız
  21. Durgunluğun bitirilmesi, yeni bir merhaleye geçip gelişmelerin hızlanması
  22. Bana özel olarak halvete girmem.

Bu hikmetleri çoğaltmak mümkün… Eminim ki bazılarınız başka hikmetler de tespit etmiştir. Bu kadar çok hikmetler için bu kadar bedel ödemek çok mu? Hakkı söylemenin ve haksızlık karşısında susmamanın sevabını ve şerefini kazanmak için bu kadar bedel ödemek çok mu? İnşallah yakında bahşedilecek olan baharımız için bu kadar bedel ödemek çok mu? Bence değil, hatta bu kadar çok şey için ödediğimiz bedel küçük bile kalıyor. Bu da Rabbimizin merhametini gösteriyor.

Beni buraya hapsedenler benden daha kötü durumdadırlar. Çünkü ben mazlum durumdayım onlar ise zalim. Mazlum olmak zalim olmaktan iyidir. Zalim olup cehenneme gireceğime mazlum olup hapse girmeyi tercih ederim. Beni F tipine tek başıma koyanlar ahirette C tipine yani cehenneme girdiklerinde bakalım ne yapacaklar? Ben F tipine dayanıyorum ama onlar C tipine dayanamayacaklar. Hatta ahiretten de önce Allah Celle Celaluhu cezalarının bir kısmını bu dünyada da verip ibreti âlem eder ve her şeylerini, mevki ve makamlarını kaybettirip rezil ederse kimse şaşırmasın.

Çünkü mazlumlar ah çektiğinde Arş titrer, mazlumun duası ile Allah arasında perde yoktur ve Allah Celle Celaluhu zulme çok mühlet vermez. Bu ülkenin zindanlarında on binlerce mazlum yatmakta ve bunlar her gün değil her saniye ‘ah’ edip beddua etmektedirler. Bu kadar beddua alan hiçbir hükümdar kurtulamaz. Küfür devam eder ama zulüm devam etmez. Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e nasihatlerinde dediği gibi: ‘Oğul akıllısın, güçlüsün ama bil ki gücün kıla bağlıdır. Bir sabah rüzgârında savrulur gidersin’ ve yine dedi ki: ‘Oğul insanı yaşat ki devlet yaşasın.’ Yaş-kuru ayrımı yapmadan herkesi aynı ateşte yakanlar, kendilerini tenkit edenleri ellerindeki imkânlarla susturanlar, daha da olmazsa iftiralar ile hapse atanlar yani insanı yaşatmayanlar devleti nasıl yaşatabilirler?

Bu vesileyle belirtmek isterim ki;

Dinim adına en çok korktuğum husus İslam’ın laikleştirilmesi,

Ümmetimiz adına en çok korktuğum husus Müslümanların laikleştirilmesi ve diktatör sistemlerin devam etmesi,

Memleketim adına en çok korktuğum husus herkesin susması, susturulması. Çünkü haksızlıklar ve günahlar karşısında susan toplumlar Allah’ın azabına uğrar.

Arkadaşlarım adına en çok korktuğum husus bazılarının bir gün güneşin doğacağını ve baharın geleceğini unutup ümitsizleşmesi, bazılarının korkup geri durması veya tembelleşmesi…

Bana gelince kendi adıma korktuğum bir şey yok. Çünkü ömrüm boyunca ne terörist oldum ne de terör örgütlerinin propagandasını yaptım. Biz yeni bir dava uydurmadık, peygamberlerin davasını omuzladık. Yeni bir metod uydurmadık, peygamberlerin metodunu uyguladık. Davamız hak, metodumuz hak ve alnımız ak.

‘Kendi adıma korktuğum bir şey yok’ dedim ama aslında bir şey var. O da ben cezaevindeyken annemin ölmesi! Sabahın 5 buçuğunda beni evden aldıklarında annemi göremedim, elini öpemedim, vedalaşamadım. Bu yaşıma kadar annemden hiç ayrılmadım. Evin en küçüğü ben olunca hep annemle yaşadım. Yani 10 çocuğun içinde annemin en çok bende emeği var. İşte şimdi 53 yıllık beraberlikten sonra ben yanında değilken ölebileceğini düşünmek beni çok ağlatıyor.

Son günlerinde yanında olup ona abdest aldıramamak, namaz kıldıramamak, son günlerinde ona Kelime-i Şehadet’in manasını hatırlatamamak, son anında Kelime-i Şehadet’i söyletememek, doyasıya elini yüzünü öpememek, başımı dizine koyamamak, helallik alamamak, son yolculuğuna uğurlayamamak, tabutunu taşıyamamak, mezara koyamamak, mezarının başında durup ‘Rabbim, annemi Sana emanet ediyorum, onu bağışla, ne olur onu güzel karşıla’ diyememek, bütün bunların her an olma ihtimali beni çok korkutuyor, zindanı bana zindan ediyor, kendime hâkim olamıyorum gözümden yaşlar boşanıyor.

Bu duygular size fazla gelebilir. Tek başına bir zindanda olunca bütün duygular çok ağırlaşıyor. Bir cismin Dünya’daki ağırlığı ile Ay’daki ağırlığının aynı olmaması gibi bir şey bu.

Neyse ki içimdeki fırtınaları bilen Rabbim beni rahatlatmak için bana iki rüya gösterdi. Birincisinde yatmadan evvel ‘Ya Rabbi bana müjdeli bir sadıka rüya göster’ diye dua ederek yatmıştım. Rüyamda hapishaneden çıkmış ve eve gelmiştim, annem yaşıyordu, onunla konuşuyordum. İkinciyi rüyamda ise yine buradan çıkmış eve gelmiştim, annem yaşıyordu ve anneme sütle abdest aldırıyordum. İnşallah rüyalar sadıkadır. Bu hususta çok dua ettim. Allah Azze ve Celle elbette duaları işitendir. Bu duygularımı sizinle paylaştım çünkü biz bir aileyiz.

Beni üzen bir husus da hainlerin ihanetidir. Her davanın ve her topluluğun hainleri olur. Her hainin kendince bir takım açıklamaları vardır ama hakikate gelince ihanet bir karakter ve şahsiyet meselesidir. Akrep sokmadan duramaz. Hainler her zaman kibirli, maddi manevi menfaat düşkünü, layık olmadığı yerde bulunmak isteyen ve şahsiyetsiz kimselerin arasından çıkacaktır. Bu sıfatları taşıyanlara dikkat edilmelidir.

Hainler bazen iftira atarak bazen de doğruyu söyleyerek ihanet ederler. Doğruyu söylemek ihanet etmemek demek değildir. İsa Aleyhisselam’a ihanet eden Yahuda da doğruyu söylemişti. 30 gümüş para karşılığında Hz. İsa’nın yerini göstermişti. Demek ki doğruyu söylemek her zaman ‘doğru davranmak’ değildir. Hainlere ekseriyetle ‘hain köpek’ derler. Hâlbuki hainlere ‘köpek’ demek köpeklere hakarettir ve haksızlıktır.

Çünkü köpekler sahiplerine sâdıktırlar ve ihanet etmezler. Hainler akreptirler, hatırlayın akrep Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i bile sokmuştu. Arkadaşlarını ve hocasını sokan akrep olmaktansa demir parmaklıkların arkasında duran arslan olmayı tercih ederim. Davasını ve dava arkadaşlarını satan bir kansız olmaktansa kanımın akıtılmasını tercih ederim. Kur’an-ı Kerim birkaç yerde; “Allah hainleri sevmez” buyurur.

Bu mektubu zindandan yazdığım için biraz da zindandan bahsetmemi istediğinizi zannediyorum. Zindan rahmetli Necip Fazıl’ın dediği gibi ‘lafta iki hece’ olsa da gerçekte ‘çok hece’, yaz yaz bitmez.

Zindan bir bakıma dünya hayatının bittiği yerdir. Zindan dünyaya veda edip girdiğiniz kabir gibidir. Bir insanı zindana koymak onu ‘hükmen ölü’ saymak demektir. Zindanlar ayrılık ve yalnızlığın derinlemesine hissedildiği yerlerdir. Zindanlar hüzün ve hasret mekânlarıdır. Zindanlar yüzlerin gülmediği yerlerdir.

Zindan dünya sevgisinin bittiği yerdir. Özellikle 40 yaşını geçenler ve 10 yıldan fazla mahkûmiyet alanlar için zindanlar duyguların güçlendiği, fikirlerin netleştiği, görünmeyenlerin görülebildiği yerlerdir.

Zindanlar kimilerinin yeniden doğduğu, kimilerinin ise öldüğü yerlerdir.

Zindan kimi için eceli gelmeden öldüğü, kimi için diriliş günü gelmeden dirildiği yerdir.

Davanız ve yolunuz yanlış ise zindana girmek ölmeden ölmektir. Zindanlar diriler kabristanıdır.

Zindanda maddi kayıplarınıza karşılık manevi kazanca yönelirseniz zindandan kârlı çıkmış olursunuz.

Zindandaki yalnızlık ve çile bazılarını Allah’a yaklaştırırken bazılarını bitirir.

Zindan iman olmadığında bunalıma girmenin çok kolay olduğu mekândır.

Zindanlar hızlı yaşlanılan mekânlardır. Zindanda bazen bir saatte bir gün, bazen bir hafta yaşlanırsınız. Hatta öyle dakikalarınız olur ki bir dakikada bir yıl yaşlanabilirsiniz. Tek çözüm Allah’a yönelmek ve manen yükselmektir. Zindanda yükselemezseniz dakika bazen saat bazen gün olur. Saat bazen gün bazen hafta olur. Gün bazen hafta bazen ay olur. Hafta bazen ay bazen yıl olur. Ayı ve yılı söylememe gerek yok.

Zindanda yükselmelisiniz. Yükselemezseniz hiç gündüzünüz olmaz, her anınız gece olur.

Hiç baharınız olmaz, her anınız kış olur.

Zindanda yükselmelisiniz. Yükselemezseniz zindan kabir çukuru olur. Her anınız ise kabir azabı.

Zindanda yükselirseniz, uçaklar gibi dağların üstünde uçar, engellere takılmazsınız. Sürtünme kuvvetinden kurtulur, hızlı gidersiniz. Yolu uzatmaz, kestirmeden gidersiniz. Davanız ve yolunuz hak ise kısa sürede evliyadan oluverirsiniz.

Zindanda yükselirseniz dünya sevgisinden ve nefsi bağlarınızdan kurtulur, zindanda özgürlüğe kavuşursunuz.

Ölmeden evvel ölür, muhasebenizi yapar ve ahirete hazırlanırsınız.

Zindanda yükselirseniz, zindan kabir çukuru olmaktan çıkar, cennet bahçesine dönüşür.

Zindanda yükselirseniz, davanız ve yolunuz hak ise yalnızlığın ve ızdırabın içinde lezzeti bulursunuz. Hak davayı taşımanın şerefi ile acıdan haz duyarsınız.

Zindanda yükselemezseniz bütün bunları kaybederseniz, her an afakanlar basar, bunalımdan bunalıma girersiniz. İşte o zaman zindanınız gerçekten zindan olur.

Zindan bir taraftan çile, yalnızlık ve hasret yeri iken diğer taraftan en güzel ve en onurlu yer olabilir. Eğer zindana girişiniz hak dava uğrunda ise kula kulluğu reddettiğiniz içinse bir taraftan çile çekseniz bile zindan en büyük mutluluğu yakaladığınız ve en onurlu yer olabilir. Sonradan sıkıntısı geçer, geride lezzeti kalır.

Zindan en samimi duaların yapıldığı yerdir. ‘Zindan ve dua’ gibi birbirine uygun iki kelime daha yoktur. Bu iki kelime birbirine uyumlu eşler gibidirler. Öyle eşler ki aynı yastıkta kocayacaklardır, öyle eşler ki onlar için boşanma söz konusu değildir.

Biliyor musunuz zindanda mevsim dört değil ikiymiş. Sonbahar ve kış. Zindanda ya sonbaharı yaşarsınız ya kışı. 200-250 yıldır ümmetimizin hali gibi. Zindanda şahsi hayatınız ümmetin hayatına benzer, ümmetin bir parçası olur, onun mevsimlerini yaşarsınız. Zindanda bahar gelmez, çiçekler açmazmış. Yaz gelmez, ağaçlar meyve vermezmiş. Zindanda gündüz yok, sadece gece varmış. Zindanda toprak olmaz, sadece demir ve beton olurmuş. İnsan zindanda tebessümü unuturmuş. Çünkü zindanda bırakın güleni tebessüm eden bile bulunmazmış.

Zindanda gardiyanların birçoğu selam bile vermezmiş. Onların gözünde zindandaki herkes suçluymuş. Burada ne Hz. Yusuf bilinirmiş ne İmamı Azam, ne Bediüzzaman hatırlanırmış ne İskilifli Atıf, ne Seyyid Kutup bilinirmiş ne Mursi! Zindanda siz, sizden 20-25 yaş küçük gardiyanlara “Memur Bey” derken onlar size sanki yaşıtınızmış gibi isminizle hitap edermiş. Siz onlara ‘gardiyan’ demeye utanırken onlar size isminizle hitap etmeye utanmazmış. Her yerde olduğu gibi burada da insanlar kendi kültür seviyelerine ve ahlakına göre davranırmış. Burada da insanlar yanında olandan harcıyormuş.

Necip Fazıl’ın oğlu Mehmed’e: “Baba katiliyle baban bir safta” dediği gibi zindanda hayırlı işlerde öncülük yapanlar ve teröre karşı olanlarla teröristler aynı saftaymış. Zindanda duyduğunuz ses çoğunlukla gardiyanların ve 100-150 kg ağırlığındaki kapıların sesiymiş. Bazen eylem yapan mahkûmların haykırışları. Bazen Kürtçe sloganlar ve türküler. Bazen hapishanenin dış aydınlatması için konulan yüksek projektörlere konan kargaların sesi… Neyse ki ezan sesi var ve yakından duyulabiliyor. Bir de bazen Rabbimin ikramı olan bülbülün sesi. O bülbül ötmeye başlayınca hava soğuk da olsa hemen pencereyi açıp dinlemeye başlıyorum. Hiç gitmesini istemiyorum ama beni biraz rahatlatıp yoluna devam ediyor, ‘gitme’ desem de gidiyor. Öyle güzel şakıyor ki bana iki küçük kızımın evdeki neşeli hallerini hatırlatıyor.

Bugün burada tek başıma oluşuma üzülmeyiniz. Daha önce de söylediğim gibi tekim ama yalnız değilim. Asıl yıllardan beri beni yalnız bırakanlardan iseniz ona üzülün. En kötü yalnızlık, yüzlerce insanın içinde yaşadığınız yalnızlıktır. Onu yaşamış birine zindandaki yalnızlık zor gelmez. Bugüne kadar öyle hadiselerle, öyle ihanetlerle karşılaştım ve öyle üzüntüler yaşadım ki zindan bana belki de onlardan daha hafif geliyor.

Buradaki acizliğim ve çaresizliğim bir yönüyle hayırdır. Çünkü acizler Allah’a daha fazla yönelir, ondan ister ve sonsuz Kudret sahibi, “İnnî mağlubun, fentesır”, “Allah’ım ben mağlup oldum. Yardım et!” diyen kuluna yardım gönderir. Yani acizlik aslında bir hazineye kavuşmaktır, acizlik kâinatın padişahından yardım almaya vesiledir. Bediüzzaman Rahimehullah’ın “Aczî kenzî”, demesi gibi. Yani acziyetim hazinemdir. Kul acizliğini anlamadıkça Allah ya hiç yardım göndermez ya da az gönderir. Yani gelecek yardım acizliğinizi anlamanızla doğru orantılıdır. Acizliğinizi ne kadar anladı ve itiraf ettiyseniz yardım o kadar gelecektir. Kula düşen ah-vah ederek kazandığı sevabı ve şerefi kaybetmemektir.

Belki bazılarınız hapishanede istirahat ettiğimi zannediyor olabilir. Burada da dinlenemiyor ve rahat edemiyorum. Çünkü okumam gerekenler, ibadetler, mahkemeler, çözmem gereken meseleler o kadar çok ki gece 12.00 gibi yatıp 4.30 civarında kalkmama rağmen bitiremiyorum. Size garip gelecek ama günler nasıl geçiyor bilemiyorum, akşam olmasını istemiyorum. Her gece “Bugün de pek bir şey yapamadım. Keşke şunları da yapabilseydim” deyip isteksizce başımı yastığa koyuyorum.

Zindan deyince Necip Fazıl’ın “Zindandan Mehmed’e Mektup” şiiri hatırlanır da Seyyid Kutub’un “Kardeşim sen hürsün” şiiri hatırlanmaz mı? Şehit ne güzel söylemiş:

Kardeşim sen hürsün parmaklıklar arkasında

Kardeşim sen hürsün şu kelepçelerle

Allah’a sımsıkı sarıldığında

Kulların tuzağı ne zarar verebilir sana

Kardeşim, eğer ölürsek sevdiklerimizle buluşacağız

Rabbimin cenneti bizim için hazırlandı

Ve cennetin kuşları uçar çevremizde

Ebediyet diyarında ne mutlu bize

Bildiğiniz gibi rahmetli Necip Fazıl şiirinde: “Çaycı getir, ilaç kokulu çaydan” diyor. Demek ki o zindanda yalnız değilmiş, çay isteyebileceği birisi varmış. Burada benim çay isteyebileceğim birisi de yok. Zaten arkadaşsız ve tek başına içilen çayın da tadı yok.

Bir gün, dubleks olan zindanımın havalandırmasında tek başına bir böcek gördüm, küçük bir böcek. O da benim gibi tekti. Bir rüzgâr nasıl beni buraya düşürdüyse herhalde onu da bir rüzgâr düşürmüştü. O da 6-7 metrelik duvarı tırmanamıyordu, ben de. Kaderimiz benziyordu yani. Hava soğuk ve yağmurlu iken yalnız olan böcek, güneş çıkıp da bir iki gün havalar ısınınca yeni arkadaşlar buldu. İki gün içinde sayıları en az 10 oldu.

Demek ki gözle görülemeyen böcek yumurtaları vardı ve onlar havanın ısınmasıyla canlanmıştı. İşte bunu görünce dedim: Bir gün bizim için de havalar ısınacak, bizim için de bahar gelecek ve o zaman şimdilik görünmeyen nesiller görünecek, hayat bulacak ve hızla çoğalacak. Böceğe, çiçeğe bile bunu bahşeden Rabbim bize bahşetmez mi? ve yine dedim:

Havalar ısınmayınca yumurta bırakan böcekler ne yapsın, kelebekler ne yapsın, kuşlar ne yapsın! Bahar gelmeyince çiçekler ne yapsın, toprak ne yapsın, bahçıvan ne yapsın! Toprak çorak olunca tohum ne yapsın, güneş ne yapsın, çiftçi ne yapsın! Rüzgâr esmeyince yelkenli ne yapsın, tayfalar ne yapsın, kaptan ne yapsın!

Evet, bunlar doğru ama şunlar da doğru:

Sıcak günlerin geleceğine inanıp yumurta bırakmayan böcekler utansın, kelebekler utansın, kuşlar utansın! Bahara hazırlık yapmayan çiçek utansın, toprak utansın, bahçıvan utansın! Mümbit topraklara ulaşana kadar sabretmeyen tohum utansın, su utansın, çiftçi utansın! Rüzgâr nasılsa esecek deyip hazır beklemeyen gemi utansın, tayfalar utansın, kaptan utansın!

O halde bahara hazırlık yapmak gerek. Bahar geldiğinde tohumu ve fideleri hazır olmayanlar bir daha ki baharı beklemek zorunda kalırlar. Tohumu ve fideleri hazır olanlar baharı kaçırmazlar.

Ve yine bilinmelidir ki; Bahar gelmeden toprak altında filizlenmeyi bekleyen tohumların ve canlanmayı bekleyen yumurtaların sayısı bilinemez.

Bize düşen Nebevi hareket metodundan ayrılmadan yolumuza devam etmek, zorluk görünce rotadan sapmamak, sonumuzu değil vazifemizi düşünmek, eskisinden daha fazla gayretli olmaktır. Tembeller için bile tembellik devri bitmiştir.

Unutmayın! Başımızı eğecek bir şey yapmadık. Eziklik duymayın, gevşemeyin, üzülmeyin, yılgınlık göstermeyin. Kaldırın başınızı! Hak davanın ve hak cemaatin gururunu taşıyın! Biz yeni bir dava uydurmadık, kafamızdan metot geliştirmedik. Davamız Tevhid davası, yolumuz peygamberlerin yoludur, bununla onur duyun! Ateşli bir İslam davetçisine dönüşün, yorulmayın, usanmayın, gece anlatın, gündüz anlatın, toplu anlatın, tek tek anlatın. Susmayın, evinizde oturmayın! Üzüntü ve zulüm azminizi kırmasın, sizi kamçılasın!

Allah’ın vaadini unutmayın: “İn tensurullahe yensurkum ve yusebbit ekdemekum.” “Siz Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.”

Bu musibetten sonra eskisinden daha güzel günlerin gelmesi için Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in öğrettiği şu duayı yapın: “Biz Allah’a aidiz ve O’na dönücüleriz. Allah’ım musibetimiz hususunda bize ecir ver ve bunun arkasından bize daha hayırlısını ihsan eyle!”

İki şiirden bir kaç kıta ile mektuba son verelim. Üstat Necip Fazıl oğlu Mehmet’e yazdığı şiirin son kıtalarında der ki:

Ana rahmi zahir şu bizim koğuş;

Karanlığında nur, yeniden doğuş..

Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş

Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!

Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!

Mehmed’im sevinin, başlar yüksekte!

Ölsek de sevinin, eve dönsek de!

Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!

Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!

Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

Abdurrahim Karakoç’un ‘Bir gönül dostuna cevap’ şiirinde ise:

Rıza-yı Hak için çıkmışız yola

Kulların engeli yıldırmaz bizi

Onulmaz dostların açtığı yara

Düşmanın kurşunu öldürmez bizi

Yalınayak geçtik dikenden taştan

Ne çıkar rüzgârdan, doludan, kıştan

Yırtılan destanlar yazılır baştan

Tufanlar sahneden sildirmez bizi

Kader bu.. Teslim ol, kafayı yorma

Aklın kaynağını deliden sorma

Aylara, yıllara üzülüp durma

Sıcaklar soğuklar soldurmaz bizi

Sözünde durandır yiğidin hası

Mezarda bitmez dostun vefası

Üç günlük dünyanın binbir cefası

‘Böldü’ deseler de, böldürmez bizi

Sağlam atılmışsa temeller eğer

Allah rızasıysa emeller eğer

Niyete uygunsa ameller eğer

Kimseler yem için yeldirmez bizi

Çile, bela yağıyorken etrafa

Hak, adalet dedik çıktık ön safa

‘Kötü’ tanıtsa da üç-beş et kafa

Tarih kötü diye bildirmez bizi

Bir ateş yakılır, sönmez bir daha

Bu bayrak gönderden inmez bir daha

İlkbahar hazana dönmez bir daha

Mevla yâd ellere yoldurmaz bizi

İnşallah, ateşimiz sönmeyecek, Tevhid sancağı yere düşmeyecek!

İnşallah, baharımız gelecek ve sonbahara dönmeyecek!

İnşallah Rabbimiz Tevhidi Furkan Hareketini İslam düşmanlarına yedirmeyecek!

İnşallah, Rabbim bu hareketi bitirmek isteyenleri bitirecek!

Her zaman ama özellikle secdelerde Ali İmran 147. Ayette geçen şu duayı yapmayı unutmayın;

“Rabbimiz günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla, ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl, kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et. (muzaffer kıl)”

Gerek sizlerden ve gerekse başka cezaevlerinden tanımadığım hâlde mektup gönderenlere teşekkür ediyorum. Hepsine ayrı ayrı cevap yazmam mümkün olmadığı için bu mektubumu hepsi kendisine cevap olarak görürse memnun olurum. Bu mektup inşallah ilk ve son mektubum olur. Bu uzun mektubu 6-7 mektup sayın, sık sık mektup beklemeyin. Çok zamanımı aldığı için çok gerekmedikçe sık sık yazmayı düşünmüyorum.

Hoşça kalın, Kur’an’la kalın, davanın ve cemaatin içinde kalın.

Sizleri Allah’a emanet ediyorum. O en güzel velî ve en güzel yardımcıdır.

“Hasbunallah ve ni’mel vekîl ni’me’l Mevla ve ni’me’n Nasîr”